Yazar arşivi admin

ileadmin

TAHLİYE TAAHHÜTNAMESİ NEDİR?

TAHLİYE TAAHHÜTNAMESİ NEDİR?

Tahliye taahhütnamesi, kiracının belirli bir tarihte kiralananı boşaltacağına ilişkin imzaladığı yazılı belgedir. Bu belge yasal delil niteliğindedir. Kanunda belirtildiği üzere bu belgenin mevcut olması durumunda kiraya verene kiralananın boşaltılmasını talep etme hakkı tanınmıştır.

TAHLİYE TAAHHÜTNAMESİ İLE NE ZAMAN İŞLEM YAPILABİLİR?

Kiracı, kiralananın teslim edilmesinden sonra, kiraya verene karşı, kiralananı belli bir tarihte boşaltmayı yazılı olarak üstlendiği hâlde boşaltmamışsa kiraya veren, kira sözleşmesini bu tarihten başlayarak bir ay içinde icraya başvurmak veya dava açmak suretiyle sona erdirebilir.

Kiracı, örneğin, 10.03.2024 tarihinde kiralananı boşaltacağına ilişkin tahliye taahhütnamesi imzaladıysa kiraya veren, 10.04.2024 tarihine kadar kiracıya karşı icra takibi ya da dava açmak zorundadır.

TAHLİYE TAAHHÜTNAMESİ HANGİ TARİHTE İMZALANIRSA GEÇERLİDİR?

Kira konusunda taraflar anlaşmış ve kiralanan kiracıya teslim edilmişse kiracıdan tahliye taahhütnamesi alınabilir. Örneğin, 04.01.2024 tarihinde kiralama işlemi yapıldıysa 22.01.2024 tarihinde kiracıdan tahliye taahhütnamesi alınabilir. Ancak 04.01.2024 tarihinde ya da örneğin 23.12.2023 tarihinde alınacak bir tahliye taahhütnamesi kanuni düzenlemeye göre usule aykırıdır.

ÖRNEK NO 14 TAHLİYE EMRİ TEBLİĞ OLDUĞUNDA NELER YAPABİLİRİZ?

Örnek no 14 tahliye emrinin kiracıya tebliğinden itibaren 7 gün içerisinde icra dairesine dilekçeyle veya sözlü olarak itiraz iletebilir. Bu yapılan itiraz neticesinde tahliye takibi durur.

Kiracı, tahliye emrine karşı şunları belirterek itiraz edebilir: Tahliye taahhüdünün imzasına, kira ilişkisine veya tahliye taahhüdünün ilk kira sözleşmesi sırasında zorla imzalandığına dair iddialar. İtiraz durumunda, Kiraya veren Sulh Hukuk Mahkemesinde itirazın iptali ve tahliye dava yoluna gidebilir.

Tahliye taahhütnamesinin noter huzurunda yapılmış olması, taahhütname üzerindeki tarih veya imzaya itiraz edilmemesi durumunda kiracının itirazına yönelik olarak İcra Hukuk Mahkemesinde itirazı kaldırılması ve tahliye davası açılabilecektir.

Bu noktada kiracı olarak tarafınıza gönderilen örnek no 14 tahliye emrine itiraz etmeden önce bir avukata durumu bildirim profesyonel destek almanız gerekmektedir. Çünkü yapılacak itirazın içeriği daha sonra aleyhinize açılacak davanın seyrini etkileyecektir.

 

ileadmin

TANIMA VE TENFİZ TANIMI

  1. TANIMA VE TENFİZ TANIMI

    Tanıma; yabancı mahkeme tarafından verilen kararın Türkiye’deki makamlar nezdinde geçerli bir boşanma kararı etkisini göstermesi anlamına gelmektedir.

 

Tenfiz ise; yabancı mahkemenin, boşanma kararı yanında velayet, nafaka, tazminat gibi boşanmanın ferileri hakkında da karar vermiş olması durumunda, bu kararların Türkiye’de icra edilebilmesi anlamına gelir.

 

Yabancı bir ülke mahkemeleri tarafından verilen boşanma kararların Türk makamları nezdinde tanınabilmesi için belli yargısal ya da idari işlemlerin gerçekleştirilmesi gerekmektedir.

 

Türk vatandaşlarının yurtdışında boşanmış olması kendiliğinden Türkiye’de geçerli olmayacaktır. Bunun durum kendileri ve ölüm durumunda mirasçıları nezdinde hukuki ve maddi mağduriyetlere sebebiyet verebilir. Yabancı mahkeme kararının Türkiye’de geçerli olabilmesi için Tanıma/Tenfiz davası açmak gerekmektedir.

2. TANIMA VE TENFİZ DAVASININ ŞARTLARI

1. Boşanma kararında Türk kamu düzenine açıkça bir aykırılık bulunmamalıdır.

  1. Kararın Verildiği Ülke İle Türkiye Arasında Karşılıklılık (Mütekabiliyet) Bulunmalıdır.
  2. Yabancı mahkeme tarafından verilen bir boşanma ilamı bulunmalıdır.
  3. Söz konusu karar yabancı mahkeme tarafından verilmiş hukuk davalarına ilişkin bir karar olmalıdır.
  4. Verilen boşanma kararı kesinleşmelidir.

    3. HANGİ EVRAKLAR GEREKLİDİR?

    1. Öncelikle boşanma kararını veren yabancı mahkemeden imzalı ve mühürlü karar sureti alınmalıdır.
    İkinci olarak Konsolosluktan apostil şerhi alınması gerekir. Apostil şerhinin amacı, kararı veren yabancı ülke yetkili makamlarının, kararı vermeye yetkili olduğunun konsoloslukça tespiti için istenen onaydır.

    4. APOSTİL ŞERHİ KOYMAYA YETKİLİ MAKAMLAR NERELERDİR? İdari belgelere: Valilikler, Valiler, Vali adına Vali Muavinleri ve Hukuk İşleri Müdürleri, Kaymakamlıklar;

    2. Adli Belgelere: Ağır Ceza Mahkemesi kuruluşu olan merkezlerdeki Adalet Komisyonu Başkanlıkları.

Görüldüğü üzere Boşanma kararları MAHKEMELER tarafından verilebileceğinden, Apostil şerhi Ağır Ceza Mahkemesi kuruluşu olan merkezlerdeki Adalet Komisyonu Başkanlıklarından alınmalıdır.

3. Yurtdışında boşanan ve boşanma kararını Türkiye’de tanıtmak isteyen kişilerin tanıma tenfiz davası açması gerekir. Bu davanın açılabilmesi için ise yabancı mahkeme kararının apostil edilmesi gerekir.

5- TANIMA VE TENFİZ DAVASI NE KADAR SÜRER?

Tanıma tenfiz davasında, eşlerden her biri kendi başına ya da vekili aracılığı ile bu yola başvurabilir. Diğer eşin başvuru anında olmasına gerek yoktur. Ancak davalı eşe tebligat çıkarılması, yasa gereği zorunludur. Davalar genel olarak kısa sürmekte olup, tebligat aşamasına göre dava süresi değişkenlik göstermektedir.

 

6- DURUŞMALARA BİZZAT KATILMAK GEREKİR Mİ?

 

Taraflar bir avukat ile temsil edildikleri takdirde davaya bizzat katılma zorunlulukları bulunmamaktadır. Davalı eş tebliğ yapılmasına rağmen duruşmaya katılmaz ya da kendisini bir avukat ile temsil ettirmez ise yokluğunda karar verilebilir.

7- HANGİ ÜLKE KARARLARINI KAPSAMAKTADIR?

Almanya, Hollanda, İngiltere, Amerika, Avusturya, Kanada, İsviçre, Belçika, Fransa, Norveç, Avustralya, Azerbaycan, Türkmenistan, Rusya, Ukrayna, İsveç, Slovakya, Macaristan, İtalya, İspanya, Japonya, Mısır, Çin, Gürcistan, Yunanistan, Bulgaristan, Makedonya’da verilen boşanma kararları için tanıma tenfiz davası açılmalıdır.

8- TANIMA VE TENFİZLE İLGİLİ YENİ DÜZENLEMELER

690 Sayılı KHK ile yurtdışında boşanan vatandaşların; boşanma kararını, tanıma tenfiz davası açmaksızın idari yol ile tanıtabilmesi olanağı getirilmiştir. Bu değişiklik yalnızca boşanma, evliliğin butlanı ve iptaline yöneliktir.

 

Eğer boşanma kararının içeriğinde; velayet, nafaka, tazminat, çocukla kişisel ilişki vs. hususlarda da karar verilmişse, mahkemede tanıma tenfiz davası açmak gerekmektedir.

Boşanmanın tanıma ve tenfizi kararı alınmış olsa dahi bu aşamada yapılması gereken işlemler tamamlanmış değildir. Boşanma kararı tarafların medeni halinde değişikliğe yol açacağı için kişinin nüfus kayıtlarında değişiklik yapılması gerekir. Boşanma kararı nüfus idaresine başvurularak Nüfus Kütüğüne Tescil edilmelidir.

 

ileadmin

Anayasa Mahkemesi Işığında Munzam Zarar

Anayasa Mahkemesi Işığında Munzam Zarar

Munzam Zarardan Kaynaklı Davalarda İspat Sorunu

Munzam zarardan kaynaklı tazminat davalarında somut yöntem ve soyut yöntem olmak üzere iki tür ispat şartı bulunmaktadır. Yargıtay’ın ilgili dava dairelerinin bir kısmı somut yöntemi uygulanmakta bir kısmı ise soyut yöntemi uygulamakta olup bu konuda henüz içtihat birliği bulunmamaktadır.

Yargıtay Kararlarında İzlenen İspat Yöntemi Nedir?

Yargıtay kararları incelendiğinde genelde somut ispatın uygulanması gerektiği yönünde verilen kararlar çoğunlukta olmaktadır. Yargıtay’a göre enflasyon veya devalüasyon artışların varlığı aşkın zararın ispatlandığı anlamına gelmemektedir. Alacaklının kanıtlaması beklenen husus, kendisinin geç ödemeden dolayı uğramış olduğu zararın somut olarak ispatıdır.

“…Her ne kadar davacı, döviz faizini aşan bir zararı olduğu iddiasıyla davayı açmış ise de, zararın ne şekilde oluştuğunu somut olarak ispat etmiş değildir. Bu durumda, HGK’nun 2001-19/1086 E, 2002/371 K. sayılı kararı da göz önünde bulundurulduğunda davanın bu sebeple reddi gerekirken yazılı gerekçe ile reddi isabetli değil ise de, sonucu itibariyle doğru olan kararın HUMK 437/7. maddesi gereğince açıklanan bu gerekçe ile onanmasına karar vermek gerekmiştir.” (Yargıtay 11.Hukuk Dairesi Esas: 2014/ 13418 Karar: 2014 / 19400)

“…Davacı tarafça munzam zarar talebine ilişkin iddianın ötesinde bilgi ve belge sunulmadığından, munzam zarar talebinin bu gerekçe ile reddi yerine, yazılı gerekçelerle reddedilmesi, sonucu itibariyle doğrudur.Ancak;

Kamulaştırma bedellerine faiz uygulanması yasal düzenlemeyle kabul edildiğinden, genel zaman aşımı içerisinde talep edilmesi halinde, asıl alacağın dışında dahi açılan faiz davasının esastan incelenerek kabulüne karar verilmesi gerektiğinden,” (Yargıtay 5.Hukuk Dairesi Esas: 2014/ 10900 Karar: 2014 / 26089)

“…Ülkede yaşanan ekonomik kriz nedeniyle paranın döviz karşısında hızlı değer kaybı, yüksek enflasyon gibi genel afaki ve doğrudan davacının zararını ifade etmeyen umumi ekonomik konjonktürel olgular BK’nın 105. (T.B.K. 122.) maddesinde sözü edilen munzam zararın varlığını göstermez.” (Yargıtay 13.Hukuk Dairesi Esas: 2016/10665, Karar 2019/6982)

Yargıtay 15. Hukuk Dairesinin 12/5/2016 tarihli ve E.2016/1049, K.2016/2737 sayılı kararının ispat açısından somut yöntemin uygulanması gerektiğine ilişkin ilgili kısmı şu şekildedir:

“…Dava konusu somut olaydaki çözümlenmesi gereken hukuki sorun; temerrüt faizini aşan bir zararın mevcut olup olmadığıdır. Yüksek enflasyon, dolar kurundaki artış, serbest piyasadaki faiz oranlarının yüksek oluşu davacıyı ispat yükünden kurtarmaz. Zira; davacı para alacağını zamanında alması halinde ne şekilde kullanacağını kanıtlaması gerekir. Ayrıca alacaklı, uğradığı zararın kendisine ödenen temerrüt faizinden fazla olduğunu ispat etmek zorundadır. Soyut enflasyonun ya da bankalarda mevduat için ödenen faizin temerrüt faizinden yüksek oranda olması, munzam zararın gerçekleştiği ve kanıtlandığı anlamına gelmez. Burada davacının kanıtlaması gereken husus enflasyon ve mevduat faizinin yüksekliği gibi genel olgular değil, kendisinin şahsen ve somut olarak geç ödemeden dolayı zarar gördüğü keyfiyetidir. Ülkede yaşanan ekonomik kriz nedeniyle paranın döviz karşısında hızlı değer kaybı, yüksek enflasyon gibi genel afaki ve doğrudan davacının zararını ifade etmeyen umumi ekonomik konjonktürel olgular BK’nın 105. (TBK. 122.) maddesinde sözü edilen munzam zararın varlığını göstermez.”

Soyut yöntemde ise alacaklıya ispat kolaylığı sağlanmaktadır. Çünkü alacaklının zararı soyut olarak hesaplanmaktadır. Alacaklı bu yöntemde munzam zarardan kaynaklı alacağını somut olarak ispat etmek zorunda değildir. Temerrüt faizi ile karşılanmayan zararın varlığını başta enflasyon, devalüasyon, altın fiyatlarındaki artış, tüketici fiyat endeksi, üretici fiyat endeksi ve asgari ücret artış oranlarındaki artıştan yola çıkarak ispat edebilir.

YHGK, 13.06.2012 tarih ve 2011/18-730 Esas 2012/373 Karar sayılı kararında kamulaştırma bedelinin geç ödenmesinden doğan aşkın zarar iddiasının soyut yöntemlere dayanılarak ispat edileceğine hükmetmiştir. Karara göre, alacaklı zararını ispatlarken yüksek enflasyon gibi bilinen vakıalara dayanabilir ve bu şekilde üzerine düşen ispat külfetini yerine getirilebilir. Somut olay itibariyle, davacılar taşınmazlarının kamulaştırma bedelini uzun süre alamamışlardır. Bu nedenle de tahsil edilmeyen bu bedelin dava tarihindeki satın alma gücü dikkate alındığında, davacıların zararlarını kanıtlamış olduklarının kabulü gerekir.

Anayasa Mahkemesi’nin Munzam Zararda İspat İle İlgili Yaklaşımı Nasıldır?

Anayasa Mahkemesinin 21/12/2017 tarihli ve 2014/2267 başvuru numaralı kararından önceki Yargıtay içtihatlarında uygulama somut yöntemin uygulanmasına yönelik iken ilgili başvurudan sonra bazı Yargıtay daireleri kararlarında; enflasyon, devalüasyon, tüketici eşya fiyat endeksi, altın kurlarındaki artışlar, memur maaş ve işçi ücretlerindeki artışlar gibi çeşitli ekonomik etkenlerin ortalamalarının alınması için konuya ilişkin bilirkişi incelemesi yapılması gerektiği yönünde hüküm tesis etmeye başladıkları görülmektedir.

İlgili Anayasa Mahkemesi başvurusunda mahkeme, yargılamada geçen sürenin fazlalığı nedeniyle paranın enflasyon karşısında değer kaybetmesini mülkiyet hakkının ihlali olduğu yönünde görüş bildirmiştir. Ayrıca ilgili kararda, “…Başvurucunun alacağı, enflasyon karşısında önemli bir değer kaybetmiştir. Bu tespite rağmen başvurucunun, ayrıca zarara uğradığını ispat etmesi şeklindeki katı yorum nedeniyle, kamu yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunması arasında kurulması gereken adil denge, başvurucu aleyhine bozulmuştur.” şeklindeki kararı sebebiyle munzam zararın ispatında soyut yöntemin uygulanmasının yaygınlaşmasına yönelik bir ışık olmuştur.

 

Av. Mustafa ŞİRİN

Stj. Av. Abdulsamet DEMİR

 

ileadmin

Anayasa Mahkemesi’nin Hükmün Açıklanmasının Geriye Bırakılmasını İptal Etmesinin Mevcut Dosyalara Etkisi Nedir?

Anayasa Mahkemesi’nin Hükmün Açıklanmasının Geriye Bırakılmasını İptal Etmesinin Mevcut Dosyalara Etkisi Nedir?
Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza iki yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezası ise; mahkemece hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında hukuki sonuç doğurmamasını ifade eder.
Hükmün Açıklanmasının Geriye Bırakılması (HAGB) Şartları Nelerdir?
Sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilebilmesi için;
1. Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkum bulunmaması,
2. Mahkemece sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması,
3. Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın giderilmesi,
4. Sanığın hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul etmesi
gerekmektedir.
Anayasa Mahkemesinin 2022/120 Esas, 2023/107 Karar Sayılı Kararıyla İptal Edilen Kanun Hükümleri Nelerdir?
Anayasa Mahkemesi yukarıda esas ve karar numarası belirtilen kararında, 5271 sayılı Kanun’da düzenlenen “hükmün açıklanmasının geri bırakılması” kurumunu iptal etmiştir.
Çeşitli hukuki uyuşmazlıklarla Anayasa Mahkemesi önüne gelen HAGB ile ilgili dosyalarda, Anayasa Mahkemesi’nin işin esasına girerek reddetmiş olduğu kararlar, Resmi Gazete’de yayımlandığı tarihten itibaren 10 yıl geçmedikçe, aynı kanun hükmüne anayasada belirtilen ilkelere aykırılık iddiasıyla tekrardan başvuruda bulunamayacaktır. Aynı husus 6216 sayılı Kanunda da belirtilmiştir.
Anayasa Mahkemesi’nin HAGB ile ilgili işin esasına girerek vermiş olduğu red kararlarından birkaç örnek vermek gerekirse;
1. 5271 sayılı Kanun’un 231. maddesinin (6) numaralı fıkrasına 22/7/2010 tarihli 6008 sayılı Kanun’un 7. maddesiyle eklenen ikinci cümleye yönelik iptal talebi, Anayasa Mahkemesinin 16/2/2012 tarihli ve E.2011/41, K.2012/25 sayılı kararıyla esastan reddedilmiş ve bu karar 13/10/2012 tarihli ve 28440 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmıştır.
2. Ayrıca anılan Kanun’un 231. maddesinin (8) numaralı fıkrasına 18/6/2014 tarihli ve 6545 sayılı Kanun’un 72. maddesiyle eklenen ikinci cümleye yönelik iptal talebi de Anayasa Mahkemesinin 17/6/2015 tarihli ve E.2015/23, K.2015/56 sayılı kararıyla esastan reddedilmiş ve bu karar 26/6/2015 tarihli ve 29398 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmıştır.
6216 sayılı Kanun’un 43. maddesinin (4) numaralı fıkrası, “Başvuru, kanunun, Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün sadece belirli madde veya hükümleri aleyhine yapılmış olup da, bu madde veya hükümlerin iptali kanunun, Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün diğer bazı hükümlerinin veya tamamının uygulanamaması sonucunu doğuruyorsa, keyfiyeti gerekçesinde belirtmek şartıyla Mahkeme, uygulama kabiliyeti kalmayan kanunun, Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün bahis konusu öteki hükümlerinin veya tümünün iptaline karar verebilir. “
Yukarıda belirtilen Kanun maddesinde de açıklandığı üzere iptal edilen kanun hükümleri ile bağlantılı olan kanun hükümleri de uygulama alanı bulamayacağından dolayı bu kanun hükümlerinin de iptali gerekecektir. Nitekim Anayasa Mahkemesi kararında da bu yönde hüküm kurulmuştur.
Sonuç olarak Anayasa Mahkemesi, 5271 sayılı Kanunun 231.maddesinin 5 ila 14.madde arasındaki bütün hükümleri iptal etmiştir. Diğer kanunlarda HAGB ile ilgili tüm düzenlemelerde uygulama alanı bulamayacağından dolayı iptal edilmiştir.
Anayasa Mahkemesinin HAGB Kurumunu İptal Etmesindeki Gerekçeleri Nelerdir?
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmeden önce sanığa bu kararın kendisine uygulanmasını kabul edip etmediği sorulmaktadır. Şayet sanık hakkında HAGB kararı verilmesini kabul ederse, istinaf kanun yoluna başvurma hakkından feragat etmiş olacaktır.
Feragatin Anayasa’ya uygun olabilmesi için feragat iradesinin açık olması, sonuçlarının kişi yönünden makul olarak öngörülebilir olması ve adil yargılanma hakkına ilişkin asgari güvencelerin de sağlanmış olması gerekir. Ayrıca feragati meşru olmaktan çıkaran üstün bir kamu yararının bulunmaması gerekir.
Anayasa Mahkemesi vermiş olduğu iptal kararında bu hususu şöyle açıklamaktadır; “Mevcut durumda sanığın HAGB’yi kabule ilişkin irade beyanının ne zaman sorulacağı konusunda yasal bir düzenlemenin bulunmaması nedeniyle, sanığa hakkında HAGB kararı verilmesini isteyip istemediğinin  yargılamanın sona ermesinden önce sorulması mümkündür. Bu durum ise henüz hakkında kurulmuş bir mahkumiyet hükmü bulunmayan sanığı mahkumiyet tehdidin varlığı karşısında savunmasız duruma sokmakta ve henüz doğmamış olan istinaf kanun yoluna başvuru hakkından peşinen feragat etmeye zorlamaktadır. Bu itibarla sanığa HAGB’yi kabul edip etmediğine yönelik sorunun mahkumiyet hükmünün ardından sorulmasına yönelik bir usule ilişkin güvencenin bulunmaması nedeniyle kuralın kanunilik şartını sağlamadığı, ayrıca sanığa aşırı bir külfet yüklediği ve ölçülü olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.”
Anayasa Mahkemesi müsadereyi, “ceza yargılaması sonucunda mülkiyetin kamuya geçirilmesi sonucuna yol açan müsadere kararı mülkiyet hakkına sınırlama getirmekte olup mülkiyetin kamu yararına kullanımının kontrol edilmesidir.” şeklinde tanımlamıştır.
Sanığa HAGB kararı verilmesi durumunda müsaderenin hangi aşamasında infaz edileceğine ilişkin açık bir kanun hükmünün bulunmamaktadır.
Kanun koyucu müsadere kararı için farklı bir usul veya kanun yolu düzenleyebileceği gibi HAGB kararında müsadereye ilişkin farklı bir mekanizma öngörebilir. Ancak yapılacak bu düzenlemenin Anayasa’nın 35.maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkına aykırı olmaması gerekir.
“Bu bağlamda mülkiyet hakkına müsadere yoluyla yapılan sınırlamanın keyfî veya hukuka aykırı olup olmadığının ileri sürülebileceği bir yol olarak öngörülen istinaf kanun yoluna başvuru imkânının askıya alınarak HAGB kararı ile birlikte müsadere kararının infazına yol açabilecek şekilde infaz zamanında belirsizliğin olduğu ve yeterli güvencelerin sağlanmadığı dikkate alındığında kuralın maliklere aşırı bir külfet yüklediği değerlendirilmiştir. Dolayısıyla kural uyarınca müsadere yoluyla mülkiyet hakkına yapılan sınırlamanın -kuralın da yer aldığı fıkradaki hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukuki sonuç doğurmamasını ifade ettiği biçimindeki düzenleme de göz önünde bulundurulduğunda- kamu yararı ile kişilerin mülkiyet hakkının korunması arasında olması gereken adil dengeyi bozduğu ve ölçülü olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.”  (Süleyman Başmeydan [GK], B. No: 2015/6164, 20/6/2019, §§ 57-63).
HAGB kurumunun kamu görevlisinin görevi sebebiyle işlediği ve Anayasa’nın 17. maddesi anlamında işkence, eziyet ve kötü muamele kabul edilen suçlar bakımından uygulanmayacağına dair yasal düzenlemenin bulunmaması ve ceza mahkemelerinin uygulamalarının da bu sorunu çözememesi Anayasa’nın 17. maddesinin devlete yüklemiş olduğu faillere fiilleriyle orantılı cezalar verilmesi ve mağdurlar açısından uygun giderimin sağlanması şeklindeki usul yükümlülüğü ile bağdaşmamaktadır.
HAGB kararı toplumda cezasızlık algısı oluşturmakta, işkence, eziyet veya insan haysiyetiyle bağdaşmayan eylemlerin cezasız kalmasına neden olabilmektedir. Bu durum Anayasa’nın 17.maddesindeki ilkelere aykırılık oluşturmaktadır.
“HAGB kararının bu niteliğini gözeten Anayasa Mahkemesi daha önceki birçok kararında, kötü muamele iddiaları yönünden HAGB kurumunun uygulanmasının sanığın infaz edilebilir bir ceza almaması sonucunu doğurduğunu ve bu kurumun uygulanmasında mağdurun muvafakati ya da mağdur açısından manevi bir telafinin sağlanmasının da aranmadığını dikkate alarak anılan geri bırakma kararının mağdur açısından yeterli ve etkili bir giderim sağlamadığını değerlendirmiştir.”
“HAGB kurumunun kamu görevlisinin görevi sebebiyle işlediği ve Anayasa’nın 17. maddesi anlamında işkence, eziyet ve kötü muamele kabul edilen suçlar bakımından uygulanmayacağına dair yasal düzenlemenin bulunmadığı görülmüş; ceza mahkemelerinin uygulamalarının da bu sorunu çözemediği anlaşılmıştır. Bu durum Anayasa’nın devlete yüklemiş olduğu faillere fiilleriyle orantılı cezalar verilmesi ve mağdurlar açısından uygun giderimin sağlanması yükümlülüğü ile bağdaşmamaktadır.”
Anayasa Mahkemesi Tarafından İptal Edilen Bu Karar Ne Zaman Yürürlüğe Girecek?
Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasında “Kanun, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü ya da bunların hükümleri, iptal kararlarının Resmî Gazetede yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkar. Gereken hallerde Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün yürürlüğe gireceği tarihi ayrıca kararlaştırabilir. Bu tarih, kararın Resmî Gazetede yayımlandığı günden başlayarak bir yılı geçemez.” denilmekte; 6216 sayılı Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrasında da bu kural tekrarlanarak Anayasa Mahkemesinin gerekli gördüğü hâllerde Resmî Gazete’de yayımlandığı günden başlayarak iptal kararının yürürlüğe gireceği tarihi bir yılı geçmemek üzere ayrıca kararlaştırabileceği belirtilmektedir.
5271 sayılı Kanunun HAGB ile ilgili düzenlemeleri içeren maddelerinin iptal edilmesi nedeniyle oluşacak hukuksal boşluğun kamu yararını ihlal etmesi sebebiyle Anayasa Mahkemesi bu iptal kararını Resmi Gazete’de yayınlandığı tarihten itibaren bir yıl süreyle ertelemiştir. Yani ilgili kararın Resmi Gazete’de yayınlandığı tarih 01.08.2023 tarihi olup, yürürlüğe gireceği tarih 01.08.2024 tarihidir.
HAGB Düzenlemesinde Son Durum Nedir?
İptal kararı, bir yıl sonra yürürlüğe girecektir. Anayasa’nın 153/5 maddesi gereğince iptal kararları geçmişe yürümez. Kararın 01.08.2023 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanması ve bir yıl sonra yürürlüğe girecek olması hususları göz önünde bulundurulduğunda yürürlüğe gireceği tarih 01.08.2024 olacaktır. Şu hâlde, 01.08.2024 tarihine kadar verilecek olan tüm hükümler bakımından koşulları varsa HAGB hükümleri uygulanabilecek ve bu hükümlere karşı 5271 sayılı Kanun m. 231/12 gereğince itiraz edilebilecektir. Çünkü AYM, yürürlüğün durdurulmasına karar vermemiştir. Şu hâlde, bir yıl boyunca mahkemelerin HAGB kararı vermesi hukuken mümkündür.
TBMM tarafından bir yıl içerisinde 5271 sayılı Kanunun 231.maddesindeki  iptal edilen hükümlerle ilgili yeni bir düzenleme yapılmalıdır. Yapılmazsa, iptal kararı yürürlüğe gireceği için mahkemelerin HAGB kararı verebilmesi hukuken mümkün olamayacaktır.
ileadmin

1 Mirasçılık Belgesi

1 Mirasçılık Belgesi

Mirasçılık Belgesi Ne İçin Talep Edilir?

Mirasçılık belgesi (veraset ilamı), ölen kişinin geride bıraktığı terekeye, mirasçılarının hangi oranda hak sahibi olduğunu gösteren resmi bir belgedir. Mirasçılar bu belgeyle miras bırakanın terekesinde bulunan mal ve haklar üzerinde tasarruf etme haklarının olduğunu kanıtlamış olurlar. Mirasçılık belgesi hem 4721 sayılı Kanun’un 7. maddesi uyarınca hem de 598. Madde uyarınca resmi bir belge niteliğindedir. Bu belgenin geçersizliği için dava açılabilir fakat aksi ispat edilinceye kadar geçerli bir resmi belgenin bütün hukuki sonuçlarını doğurur.

Mirasçılık Belgesini (Veraset İlamı) Kimler Talep Edebilir?

Mirasçılık belgesini (veraset ilamı) yasal mirasçılar, atanmış mirasçılar ve vasiyet alacaklıları talep edebilir.

Miras bırakanın geride hiç mirasçısı kalmamışsa, kanun hükmü gereği devlet mirasçısı olacağından, mirasçılık belgesini (veraset ilamı) devlet talep edebilir.

Mirasçılık sıfatını yitiren mirasçılar da veraset ilamı talep edebilir. Örneğin mirastan çıkarılma, mirastan yoksunluk, mirasın reddi, mirastan feragat vb. işlemlerle miras hakkından vazgeçenler veya bu haktan mahrum bırakılanlar da mirasçılık belgesi talep edebilirler.

Miras bırakan veya mirasçıların alacaklıları da mirasçılık belgesi talep edebilir.

Mirasçılık Belgesi (Veraset İlamı) Talep Etmenin Şartları Nelerdir?

Mirasçılık belgesi (veraset ilamı) talep etmek için öncelikle miras bırakanın ölmüş veya gaipliğine karar verilmiş olması gerekir.

Mirasçılık belgesi talep etmeye hakkı olan kişiler tarafından böyle bir talebin yapılmış olması gereklidir.

Mirasçı atama veya vasiyetin bildirilmesinden itibaren bir ay içerisinde itiraz hakkı olan ilgililerden, mirasçı atamaya veya vasiyeti bildirmeye itirazlarının olmaması gerekir.

Mirasçılık Belgesi (Veraset İlamı) Nereden Talep Edilebilir?

Mirasçılık belgesi 2011 tarihinde önce sadece sulh hukuk mahkemelerinden talep edilebiliyordu. 2011 yılında gerçekleşen bir kanun değişikliği ile artık mirasçılık belgesi (veraset ilamı) Sulh Hukuk Mahkemeleri’nden talep edilebileceği gibi noterden de talep edilebilecek hale gelmiştir. Özetle mirasçı olduğuna inanan ve bununla ilgili gerekli evrakı elinde bulunduran herkes noterden veya sulh hukuk mahkemesinden mirasçılık belgesi talep edebilir. Mirasçılık belgesini noterden talep etmek daha hızlı ve pratiktir. O yüzden uygulamada, mirasçılık belgesi, genelde noterlerden talep edilmektedir. Ancak bazı durumlar oluştuğunda mirasçılık belgesini noterler vermeyebilir.

Hangi Durumlarda Noterden Mirasçılık Belgesi Alınamaz?

Bazı durumlarda mirasçılık belgesi noter tarafından verilmeyebilir:

Nüfus kayıtlarında miras bırakan ile mirasçı arasındaki soy bağının tespit edilememesi,

Mirasçılık durumunun yeterli düzeyde tespit edilemediği haller,

Nüfus kayıtlarında muğlaklık olması,

Miras bırakanın veya mirasçılardan herhangi birinin ölüm tehlikesi içinde
kaybolması veya aynı anda vefat etmeleri,

Mirasçılardan birinin evlatlık olması,

Miras bırakanın veya mirasçılardan birinin vatandaşlıktan çıkarılmış olması veya birden çok vatandaşlığının bulunması,

Mirasçılık belgesi verilmesinin yargılamayı gerektirmesi,

Miras bırakanın vasiyetname düzenlemesi.

Mirasçılık Belgesi (Veraset İlamı) Talep Ederken Herhangi Bir Süre Var mı?

Yasal mirasçılar, murisin vefat etmesinden sonra kural olarak herhangi bir hak düşürücü veya zamanaşımı süresine maruz kalmadan, uygun şartları sağladıklarında mirasçılık belgesi talep edebilirler.

Yetkili Mahkeme Neresidir?

Yetkili mahkeme ise talepte bulunanlardan birinin veya ilgililerden birinin son yerleşim yeri Sulh Hukuk Mahkemesi’dir.

Mirasçılık Belgesinin (Veraset İlamı) İptali İstenebilir mi?

Mirasçılık belgesinde bazen, mirasçı sayısının çokluğundan dolayı bir ya da birkaç mirasçı unutulabilir. Mirasçılık belgesindeki mirasçıların pay oranları yanlış yazılmış olabilir. Mirasçılık belgesinde mirasçı olarak gözüken bir kişi daha sonra mirasçı olmaya hak kazanamadığı ortaya çıkabilir. Gerçekte mirasçı olmadığı halde mirasçılık belgesinde mirasçı gibi gösterilip pay verilmiş olabilir. Bu ve benzeri durumlarda mirasçılık belgesinin iptali için dava açılabilir. Noterden alınan mirasçılık belgesi için sulh hukuk mahkemelerinde, sulh hukuk mahkemesinden alınan mirasçılık belgesi içinse asliye hukuk mahkemelerinde mirasçılık belgesinin iptali için dava açılabilir. Bu davanın açılacağı yetkili mahkeme ise mirasçıların her birinin oturduğu yer mahkemesi veya miras bırakanın son ikametgahının bulunduğu yer mahkemesidir.

Konuyla İlgili Yargı Kararları

Yargıtay 14. HD. 2016/11372 E., 2019/4966 K., 30.05.2019 T.

Yargıtay 14. HD., 2015/1804 E., 2015/5677 K., 21.05.2015 T.

ileadmin

İHALENİN FESHİ NEDENLERİ

İHALENİN FESHİ NEDENLERİ

Genel Olarak

2004 sayılı Kanun uyarınca ihalenin feshi, genellikle ihale tarihinden itibaren 7 gün içinde icra mahkemesine şikayet yoluyla başvurulan bir yoldur. İlgililer ihale gününe kadar oluşan ihalenin feshi sebeplerini en geç ihale günü öğrendikleri kabul edilir. Bazı hallerde şikayet süresi, fesih sebebinin öğrenildiği günden (örneğin, satış ilanının tebliğ edilmesi gereken birine edilmemesi gibi) itibaren başlar. Ancak her halükarda ihale gününden itibaren bir yıl geçmekle birlikte artık ihalenin feshi istenemez.

İhalenin Feshini Kimler İsteyebilir?

İhalenin feshini, satış isteyen alacaklı, borçlu, satış konusu malın resmi sicilindeki ilgililer, sınırlı ayni hak sahipleri ve pey sürmek suretiyle ihaleye iştirak edenler yurt içinde bir adres göstermek koşuluyla isteyebilirler.

Harç ve Teminat Durumu

Pey sürmek suretiyle ihaleye iştirak edenler tarafından yapılan ihalenin feshi talebi nispi harca tabiidir ve ihale bedeli üzerinden hesaplanacak bir teminat yatırmaları gerekir.

İhalenin Feshi Nedenleri

“Gerek doktrinde gerekse Yargıtay uygulamasında;

1-İhaleye fesat karıştırılmış olması,

2-Artırmaya hazırlık aşamasındaki hatalı işlemler,

3-İhalenin yapılması sırasındaki hatalı işlemler,

4-Alıcının taşınmazın önemli nitelikleri hakkında hataya düşürülmüş olması şeklinde
sıralanmıştır.”(Yargıtay 12. Hukuk Dairesi 2021/4516 E. , 2021/5474 K.)

İhalenin Feshi Sebepleri

İhaleye Fesat (Hile) Karıştırılması:

6098 sayılı Kanun madde 281’e göre hukuka ve ahlaka aykırı yollara başvurularak (örneğin, ihalede satılacak taşınmazın belediyece kamulaştırılıp park veya başka bir yer yapılacağı şeklinde ilgililerin fesada uğratılması) ihalenin gerçekleştirilmesi sebebiyle her ilgili iptal sebebini öğrendiği günden itibaren 10 gün içinde ve herhalde ihale tarihini izleyen bir yıl içinde mahkemeye ihalenin iptali için başvurabilir.

Artırmaya Hazırlık Aşamasında Yapılan Hatalı İşlemler:

Satış ilanının yapılmamış olması veya yanlış yapılmış olması,
Satış ilanının ilgili kişiye usulsüz tebliğ olması veya hiç tebliğ olmaması (“Borçluya satış ilanının hiç tebliğ edilmemesi veya usulsüz tebliğ edilmesi, Dairemizin süreklilik arzeden içtihatlarına göre başlı başına ihalenin feshi sebebidir.”),
Satış ilanının vekilin varlığına rağmen asile tebliğ edilmesi,
Satışın kıymet takdirinin yapıldığı tarihten itibaren 2 yıl geçtikten sonra yapılması,
Haczin kalkmasına rağmen açık arttırmanın devam etmesi,
Kıymet takdirinde yapılan itirazların incelenmeksizin reddedilmesi,
Satıştan önce bilirkişiye kıymet takdirinin yaptırılmamış olması,
Kıymet takdiri kesinleşmeden ihalenin yapılmış olması,
Açık artırma ilan takvimine yasal olarak uyulmaması,
Asgari ihale bedelinin sağlanmamış olması,
Haczin düşmüş olmasına rağmen ihalenin yapılması,
Arttırma şartnamesinde taşınmazın tapudaki son durumunun gösterilmemesi,
İcra takibi gerçekleştirilmeden ihalenin gerçekleştirilmesi,
Kıymet takdirinin ilgililere tebliğ edilmemesi veya usulsüz edilmesi,
Taşınmaz satışında satış tarihi ile ilan tarihi arasında bir aydan az süre olması.

3. İhalenin Yapılması Sırasındaki Hatalı İşlemler:

İhalenin ilanda belirtilen yerden başka bir yerde yapılması,
İcra müdürünün yapması gereken satış ilanını yapmamış olması (2004 sayılı Kanun 114/2)
İhalenin ilanda belirtilen saatte yapılmamış olması,
İhalede tellal bulunmamış olması,
İhalenin yetkili ve görevli icra memuru tarafından yapılmamış olması,
İhalenin üç defa bağırılmadan yapılması,
Birbiriyle alakasız, ekonomik bütünlük arz etmeyen birden fazla taşınır veya taşınmazın aynı anda satılması,
İcra takibinin birden fazla taşınmaz üzerinde yapılmış olmasına rağmen, ihalenin sadece tek bir taşınmaz üzerinden yapılması ve satışın gerçekleşmesi,
Satılan malların bedeli dosya alacağını karşılamasına rağmen satışa devam edilmesi,
Satış bedelinin, dava konusu taşınmazın muhammen (tahmin edilen) bedelinin %50’sini ve satış masraflarını karşılamaması veya rüçhanlı alacağın üzerinde olmaması,
Açık arttırmanın gizli veya belirli kişiler arasında yapılmış olması,
Borçlu vekili olan vekilin ihaleye katılması ve ihalenin avukat üzerine yapılmış olması,
Elektronik ortamda satış yapılmaması,
İhale bedelinin kanunda öngörülen tutarda olmaması.

4. Alıcının Malın Esaslı Niteliklerinde Hataya Düşürülmüş Olması

Satılan malın yüz ölçümünün olduğundan büyük gösterilmiş olması (“Bilindiği üzere, satılan malın esaslı niteliklerindeki hata ihalenin feshi nedenidir. Öte yandan, gerek doktrinde gerekse Yargıtay uygulamasında artırmaya hazırlık aşamasındaki hatalı işlemler ihalenin feshi nedenleri arasında sayılmıştır. İhaleye konu taşınmazın ilan edilen net alanı ile mevcut net alanı arasında müşteriyi yanıltıcı nitelikte ve önemli ölçüde fark bulunması halinde bu hususun talep ve talibi etkileyeceği kuşkusuzdur. Zira, daha fazla alıcı çıkmasına ve taşınmazın daha yüksek bedelle satılmasına engel olabilecek bu farklılığın varlığı durumunda arttırmaya hazırlık aşamasında ve satılan malın esaslı niteliklerindeki hata söz konusu olacağından ihalenin feshi sonucu doğabilecektir.” Yargıtay 12. Hukuk Dairesi 2021/3234 E. , 2021/4943 K.),
Taşınmazın satımından önce kamulaştırılmasına karar verilmiş olması,
İmar durumunun yanlış gösterilmiş olması.

Yargıtay Kararları:

Yargıtay 12. Hukuk Dairesi 2021/4516 E. , 2021/5474 K.
Yargıtay 12. Hukuk Dairesi 2021/10824 E. , 2021/10799 K.
Yargıtay 12. Hukuk Dairesi 2021/3234 E. , 2021/4943 K.
Yargıtay 12. Hukuk Dairesi 2021/7437 E. , 2021/8680 K.

Av. Mustafa ŞİRİN

Stj. Av. Abdulsamet DEMİR

ileadmin

BOŞANMADA AF OLGUSU

BOŞANMADA AF OLGUSU

Evlilik Birliğinin Temelinden Sarsılması

1-) Af Olgusu:

Genel Olarak Af

Evlilik birliğinin temelinden sarsılması sebebiyle boşanma davasında af niteliğinde davranışlar gerçekleşmişse, boşanma davasının reddi gerekir. Boşanma davasında af olgusunun gerçekleşmesi içinse bazı koşulların varlığı gerekir. Öncelikle, affeden eşin, bu beyanının kayıtsız şartsız olması gerekir. Kayıtsız şartsız irade beyanı mevcut değilse en azından affı gösterir fiili tutum ve davranışın gerçekleşmesi gerekir. Ayrıca boşanma davasında af olduğunu iddia eden tarafın bunu somut delillerle kanıtlaması gerekir.

“Affın kabul edilebilmesi için kayıtsız şartsız bir irade beyanının mevcut olması ya da en azından affı gösterir fiili bir tutum ve davranışın gerçekleşmiş olması gerekmekte olup, ayrıca af olgusunu iddia edenin bunu somut delillerle kanıtlaması gerekir. (Y. 2. Hukuk Dairesi 2016/11205 E. , 2018/1791 K.)”

Af Niteliğindeki Davranışlar Nelerdir?

A. Barışmış Olmak

Eşlerden biri barışma girişiminde bulunduysa veya barışmayı gerçekleştirdiyse karşı tarafın bu olaydan önceki olaylarını affetmiş sayılacağından, bu konuları boşanma davasında ileri süremeyecektir. Sürse bile af sayıldığı için açtığı boşanma davası reddedilecektir.

“…evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına neden olan olaylardan sonra taraflar barışıp tekrar bir araya gelmiş ve evlilik birliğini devam ettirme iradesiyle birlikte yaşamaya başlamışlarsa, bu durum birbirlerini bağışladıkları anlamına gelir ve barışma öncesi nedenlere dayalı olarak boşanma kararı verilemez(Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 21.03.2007 gün 2007/2-156 E., 2007/157 K. sayılı ilamı).”

B) Önceki Olayları Affetmek

Evlilik birliğinin temelinden sarsılması sebebiyle açılan boşanma davasında af niteliğinde olan önceki olayları affetmek feragatle önceki olayları affetmek ve ihtarla önceki olayları affetmek şeklinde gerçekleşebilir.

Davacı feragat tarihinden önceki olayları affetmiş sayılır. Feragat tarihinden önceki olaylar boşanma sebebi sayılmaz ve hükme esas alınmaz. Feragat tarihinden sonra boşanmayı gerektiren bir olayın ortaya çıkması boşanmayı gerektirebilir.

“…Feragatle, erkekten kaynaklanan ve mahkemece erkeğe kusur olarak yüklenen önceki olayları affetmiş veya en azından hoşgörü ile karşılamıştır. Affedilen veya hoşgörü ile karşılanan olaylar taraflara kusur olarak yüklenemez.” (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2015/21878 E. , 2017/694 K.).

Yargıtay uygulamasında evlilik birliğinin temelinden sarsılması nedeniyle boşanma davasında affı içerecek şekilde ihtar çekmek af niteliğinde sayılır ve ihtar öncesi olayların affedildiğini gösterir. İhtar mahkeme aracılığıyla veya noter aracılığıyla yapılabilir. Bu iki şekilden biriyle yapılan ihtar, ihtar öncesi olayların affedildiğini ya da en azından hoşgörü ile karşılandığını gösterir ve boşanma davasına konu edilemez.

“…Davacı-karşı davalı erkek terk ihtarı çekmekle eşinin ihtar tarihinden önceki kusurlu davranışlarını affetmiş, en azından hoşgörüyle karşılamış olur. Affedilmiş veya hoşgörüyle karşılanmış olaylar da Türk Medeni Kanunu’ııun 166/1-2. maddesine dayalı boşanma davası için; boşanma sebebi olarak kabul edilemez.” (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2015/25806 E. , 2017/4193 K.).

 

C. Hoşgörü İle Karşılamak

Eşlerin olayları hoşgörü ile karşılaması evlilik birliğinin temelinden sarsılması sebebiyle açılan boşanma davasında af niteliğinde davranışlardan olduğundan bu sebebe dayanarak açılan dava reddedilecektir.

Hoşgörü niteliğindeki davranışlar:

  • Birlikte olmak (tatile gitmek, baba evinden alıp getirmek, düğün hazırlıklarını sürdürmek vs.)
  • Beyanda bulunmak (duruşmada, dilekçede, başka bir davada, savcılıkta, mesajla beyanda bulunmak vs.)
  • Hukuki süreci sonlandırmak (açtığı boşanma davasını açılmamış hale getirmek, ceza davasından vazgeçme barışmaya yönelik ise af sayılır.)
  • Karşılıksız kazandırmada bulunmak (hediye almak, taşınır almak, taşınmaz almak veya kiralamak vb.)
  • Diğer davranışlarda bulunmak (“kapım açıktır, her zaman gelebilir.” ifadesi hoşgörü niteliğindedir.).

D. Evlilik Birliğini Olaylara Rağmen Sürdürmek

Boşanmaya neden olan olaylardan sonra eşlerin makul bir süre daha birlikteliklerini sürdürmeleri af veya en azından hoşgörü niteliğinde olduğundan evlilik birliğinin temelinden sarsılması sonucu açılan boşanma davasının reddi gerekir.

Af Niteliğinde Olmayan Davranışlar Nelerdir?

Eşlerin bazı davranışları barışma gibi görünse de aslında Yargıtay kararlarında bu davranışlar barışma sayılmayan davranışlardır. Bunlar:

  • Çocukları ziyaret için bir araya gelmek,
  • Çocukların özel günleri için bir araya gelmek (örneğin, doğum günü veya okul etkinlikleri için bir araya gelmek),
  • Zorunluluk sebebiyle bir arada kalmak,

Bu davranışlar barışma olmayan davranışlardır ve dolayısıyla af sayılmazlar.

“…tarafların davanın devamı sırasında ortak çocuğun doğum günü ve okul etkinliklerinde bir araya gelmeleri de kadının eşinin kusurlu davranışlarını affettiğini kabule yeterli değildir. Kadının bu davranışlarının davalı erkek tarafından nasıl kabul edildiğinin de bir önemi yoktur.” (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2015/13589 E. , 2016/4387 K.)

Eşe karşı iyiniyetli girişimde bulunmak veya müzakerede bulunmak Yargıtay yerleşik içtihatlarınca af sayılan davranışlardan değildir. Örneğin Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin bir kararında “…Kocanın “yeni bir başlangıç yapalım” şeklindeki sözleri, iyiniyetle yapılmış bir girişim olup, af niteliğinde değildir.” tarzında bir yaklaşım benimsemiştir.

Zorunluluk sebebiyle aynı evde oturmak af sayılmaz. Çocukları için yılbaşında bir araya gelen eşlerin o gün için zorunluluktan evde kalmaları af kapsamında sayılmaz. Aynı evde oturma istemi makul bir süreyi kapsıyorsa af sayılmaz.

“Yapılan yargılama ve toplanan delillerden, tarafların yılbaşı günü çocukları için bir araya geldiği, hava muhalefeti nedeniyle davacı kadın ile davalı erkeğin aynı evde kaldığı taraf ve tanık beyanları ile sabit olup bu durum tarafların evlilik birliğini devam ettirmek üzere bir araya geldiğini göstermeye yeterli değildir. Bu durumda kusurlu davranışların affedildiği en azından hoşgörü ile karşılandığının kabulüne olanak bulunmamaktadır.” (Y.2.HD., 2016/13152E., 2017/10906K., 11.10.2017T.).

“…Boşanma davasına rağmen, bir zorunluluk bulunmadığı halde tarafların aynı evde birlikte yaşamaya devam ettikleri toplanan delillerden anlaşılmaktadır. Bu durum, evlilik birliğinin temelinden sarsılmadığını, sürdürülebilir olduğunu gösterir. (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2011/16218 E. , 2012/12395 K.).

“Davacının şiddet olayından sonra dokuz-on gün gibi kısa bir süre müşterek hanede kalması bizatihi af olgusunu ispatlamak için yeterli değildir.” (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2015/12802 E. , 2015/13908 K.)

Eşiyle arasındaki ceza davasından vazgeçmesi eşini cezadan kurtarmaya yönelik ise af niteliğinde değildir.
“Koca hakkında açılan ceza davasında, kadının şikayetinden vazgeçmesi eşini cezadan kurtarmaya matuf olup, başka olgularla desteklenmediği sürece af niteliğinde kabul edilemez.” (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2014/10185 E. , 2014/21891 K.).

Yargıtay’ın yerleşik uygulamalarına göre dilekçelerde ve duruşmalarda eşini sevdiğini söylemek onun kusurlarını affettiği anlamına gelmemektedir.
“Davalı kadının cevap dilekçesinde ve duruşmalarda eşini sevdiğini beyan etmesi eşinin kusurlu davranışlarını affettiği şeklinde kabul edilemez.”( Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2013/13502 E. 2013/26994 K.).

Konu hakkında kapsamlı bilgi almak için Aile Hukuku kısmını inceleyebilir ya da iletişim bilgilerinden bize ulaşabilirsiniz.

Av. Mustafa ŞİRİN

Stj.Av. Abdulsamet DEMİR

ileadmin

İkamet İzni

İkamet İzni

İkamet İzni Çeşitleri Nelerdir?

  1.  Kısa dönem ikamet izni,
  2. Aile ikamet izni,
  3. Öğrenci ikamet izni,
  4. Uzun dönem ikamet izni,
  5. İnsani ikamet izni,
  6. İnsan ticareti mağduru ikamet izni.

Bu ikamet izinlerinin kimlere verileceği, verilmesi için gereken şartları ve ne kadar süre verileceği 6458 sayılı Kanun’la düzenlenir.

İkamet İzinleri Arasında Geçiş Yapabilir miyim?

Aile ikamet izni alanların 18 yaşına kadar öğrenci ikamet izni almalarına gerek olmadan ilk ve ortaöğretim kurumlarında eğitim almaları sağlanır.

En az üç yıl aile ikamet izniyle Türkiye’de kalmış olanlardan 18 yaşını dolduranlar, talepleri halinde kısa dönem ikamet iznine dönüştürebilirler.

Boşanma halinde, Türk vatandaşıyla evli olan yabancı eşin en az üç yıl aile ikamet izniyle kalmak şartıyla kısa dönem ikamet izni verilebilir. Ancak yabancı eşin aile içi şiddet görmüş olduğu ilgili mahkeme kararıyla sabit ise üç yıllık süre aranmaz.

Destekleyicinin ölümü halinde, bu kişiye bağlı olarak aile ikamet izniyle kalmış olanlar süre şartı aranmaksızın kısa dönem ikamet izni verilebilir.

Anlaşmalı Evlilik Yoluyla Talep Edilen Aile İkamet İzni

Aile ikamet izni verilmeden veya uzatmak için talepte bulunmadan önce makul şüphe varsa, evliliğin sırf ikamet izni almak için yapılıp yapılmadığı valiliklerce araştırılır. Yapılan araştırma sonucu evliliğin bu amaç için yapıldığı anlaşılmışsa aile ikamet izni verilmez, verilmişse iptal edilir.

Aile ikamet izni verildikten sonra devamı süresince bu durumun denetimi valiliklerce yapılmaya devam edilir.

Anlaşmalı evlilik yoluyla alınan ve iptal edilen ikamet izni, ikamet izin sürelerinin toplamında hesaba katılmaz.

İkamet İzni Başvurusu

Türkiye’ye gelmiş olup vize veya vize muafiyetinin tanıdığı süreden ya da herhalde 90 günden fazla kalan yabancı kişilerin Türkiye’de kalmaya devam etmeleri için ikamet izni almaları gerekir. İkamet izinleri, pasaport veya pasaport yerine geçen belgelerin geçerlilik süresinden altmış gün daha kısa süreli olarak, kalış amacına bağlı ve her yabancı için ayrı düzenlenir.

İkamet izni başvurusu, bulundukları ülkedeki konsolosluk aracılığıyla, ikamet izni alacağı ülkede ise bulunduğu ildeki valiliğe veya internet sitesi (e-ikamet) üzerinden alınacak randevu ile başvuru yapılabilir.

Başvuru sahibi, yapılan başvuru için gerekli şartları sağlamak ve ilgili belgeleri temin etmek durumundadır.

İlk ve geçiş ikamet izinleri başvurusu için, başvurucunun e-ikamet üzerinden başvuru yapıp alınan randevu gününde ve saatinde gerekli evraklarla bulunduğu ildeki İl Göç İdaresi Müdürlüğü’nde hazır bulunması gereklidir. İkamet izni uzatma başvuruları ise ikamet izni süresinin dolmasından 60 gün önce ya da her halükarda ikamet izni süresinin dolmasından önce ilgili kuruma başvuru yapılmalıdır.

İlgili kurum bu başvuruyu en geç 90 gün içinde sonuçlandırmalıdır. 90 günlük süre bilgi ve belgelerin eksiksiz olarak yetkili makama verilmesinden itibaren başlamaktadır.

Başvurunun tamamlanmasından sonra yetkili kurum başvuruyu sonuçlandırıncaya kadar başvuru sahibine, “İkamet İzni Başvuru Belgesi” verir. Bu belgeyle kişi, başvuru tamamlanıncaya kadar Türkiye’de ikamet etmeye devam edebilir ve on beş günü geçmemek kaydıyla yurtdışına çıkabilir. On beş günü geçmesi halinde ise vize ilişkin genel hükümler uygulanır.

İkamet İzni Başvurum Reddedildi, Ne Yapmalıyım?

İkamet izni başvurusu yapıldıktan sonra başvuruyu değerlendiren kurum başvuruyu onaylayabilir ya da reddedebilir. Yetkili makam başvuruyu onaylarsa başvuru sahibine başvuru yaptığı ikamet izni verilir. Reddederse kişi 10 gün içinde ülkeyi terk etmek durumunda kalır. İkamet izni başvurusu herhangi bir sebeple reddedilmesi halinde ilgili karar yabancıya veya yasal temsilcisine ya da avukatına tebliğ edilir.

Bu ret kararına karşı kendisine tebliğ edilmesinden itibaren 30 gün içinde kararı veren makama itiraz edebilir. Ayrıca tebliğden itibaren 60 gün içinde idare mahkemelerinde “İdari İşlemin İptali Davası” açabilir.

İptal davası açılması yabancının 10 gün içinde ülkeyi terk etmesini engellemez. Engellemesi için mahkemeden “Yürütmenin Durdurulması” kararı alınması gerekir. Aksi halde yabancı hakkında sınır dışı edilme kararı verilir.

Başvurusu reddedilen yabancı, ülke dışına çıktığında yeniden başvuru yapabilir. Ancak ret kararının kişiye tebliğinden itibaren 6 ay içinde başvuru yapacaksa aynı gerekçeye dayanamaz.

 

Konuyla İlgili Mahkeme Kararları

Danıştay 10. Daire Başkanlığı

2016/1634 E. 2021/4944 K

Danıştay 10. Daire Başkanlığı

2016/594 E. 2021/4945 K.

 

Konuyla ilgili daha fazla bilgi edinmek için iletişim bilgilerinden bize ulaşabilirsiniz.

 

Av. Mustafa ŞİRİN

Stj. Av. Abdulsamet DEMİR

ileadmin

1- Başvuru Sahibi Kimlik Belgesi 2- Statü Sahibi Kimlik Belgesi 3- Geçici Koruma Kimlik Belgesi

1- Başvuru Sahibi Kimlik Belgesi 2- Statü Sahibi Kimlik Belgesi 3- Geçici Koruma Kimlik Belgesi

Uluslararası Koruma Başvuru Sahibi Kimlik Belgesi

Kayıt işlemleri yapıldıktan sonra başvuru sahibine ve varsa birlikte geldiği aile üyelerine, uluslararası koruma başvurusu talebi yaptığını içeren ve başvuru sahibinin kimlik numarasını gösteren “Uluslararası Koruma Başvuru Sahibi Kimlik Belgesi” düzenlenir.

Kimlik belgesi 1 yıllığına verilir. Başvuru bir yılda sonuçlandırılmazsa 1 yıllık sürelerle yenilenir.

Verilen kimlik belgesinin geçerlilik süresi ile uzatılmasına ilişkin usul ve esaslar Bakanlıkça düzenlenir.

Kimlik belgesinin şekli ve içeriği Genel Müdürlükçe düzenlenir.

Kimlik belgesi herhangi bir harca tabii olmayıp, ikamet izni yerine geçer.

Uluslararası Koruma Statüsü Sahibi Kimlik Belgesi

Başvuru sonucunda talepleri uygun görülen başvuru sahiplerine mülteci, şartlı mülteci ve ikincil koruma statüsü verilir. Mülteci, şartlı mülteci ve ikincil koruma verilenlere yabancı kimlik numarasını içeren üç yıl süreli kimlik belgesi düzenlenir.

Bu kimlik belgesi süresi yabancıların statüsü sona erene ya da iptal edilene kadar üçer yıllık sürelerle yenilenir.

Bu kimlik belgeleri hiçbir harca tabii olmayıp, ikamet izni yerine geçer.

Kimlik belgesinin şekil, içerik, geçerlilik süresi ve uzatılmasına ilişkin usul ve esaslar Bakanlıkça düzenlenir.

Geçici Koruma Kimlik Belgesi

Bakanlar Kurulunca onaylanan 22/10/2014 tarihli ve 6883 sayılı yönetmelik kapsamında ülkemize Suriye Arap Cumhuriyeti’nden kitlesel akınla gelen ve geçici koruma kapsamında ülkemizde kalmalarına izin verilen Suriye uyruklu yabancılara “Geçici Koruma Kimlik Belgesi” verilmiştir.

Türkiye’de kalış hakkı vermesine rağmen ikamet izni veya ikamet iznine eşdeğer belge niteliğinde değildir.

Herhangi bir harca ve ücrete tabi değildir.

Yabancının yapılan yardım ve hizmetlere erişimini sağlayan yabancı kimlik numarasını içermektedir.

Uzun dönem ikamet iznine geçiş hakkı tanımamaktadır.

Süresi ikamet izni toplamında dikkate alınmadığından Türk vatandaşlığına başvuru hakkı sağlamamaktadır.

 

 

 

ileadmin

1- SINIR DIŞI EDİLME 2- İDARİ GÖZETİM KARARINA İTİRAZ

1- SINIR DIŞI EDİLME 2- İDARİ GÖZETİM KARARINA İTİRAZ

(AİHS m. 5) (Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Milletlerarası Antlaşma m. 9) (2709 S. K. m.  13, 16, 19, 23) (6458 S. K. m. 52, 53, 54, 57, 57/A, 58) (2577 S. K. m. 2)  (6100 S. K. m. 339) (AKSOY – TÜRKİYE DAVASI) (ENGEL VE DİĞERLERİ – HOLLANDA DAVASI) (CONKA – BELÇİKA DAVASI) (ANY.MAH. 18.09.2013 T. 2012/969 E. ) (ANY. MAH. 30.11.2017 T.  2014/15769 E.) (ANY. MAH. 25.02.2016 T. 2015/18567 E.) (ANY. MAH. 01.03.2017 T. 2014/5863 E.) (ANY. MAH. 02.07.2013 T. 2012/1137 E.) (ANY. MAH. 21.01.2015 T. 2013/9673 E.) (ANY. MAH. 01.03.2017 T. 2015/3941 E.) (ANY. MAH. 11.11.2015 T. 2014/13044 E.) (ANY. MAH. 22.06.2016 T. 2016/13 E. 2016/127 K.) (ANY. MAH. 19.12.2013 T. 2013/817 E.) (ANY. MAH. 26.03.2013 T. 2013/1177 E.)

RGT: 09.07.2020 RG NO: 31180

İKİNCİ BÖLÜM

KARAR

ŞEKİP KARKUR BAŞVURUSU

Başvuru Numarası: 2020/7458

Karar Tarihi: 2/6/2020

Başkan: Kadir ÖZKAYA

Üyeler: Engin YILDIRIM

Celal Mümtaz AKINCI

Rıdvan GÜLEÇ

Recai AKYEL

Raportör: Yusuf Enes KAYA

Başvurucu: Şekip KARKUR

Vekili: Av. İbrahim Halil İNCE

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; hayati tehlike ya da kötü muamele görme olasılığı yüksek olan ülkeye sınır dışı edilme nedeniyle kötü muamele yasağının, haksız şekilde idari gözetim altında tutma nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

 

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 27/2/2020 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir.

 

III. OLAY VE OLGULAR

5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:

6. Suriye uyruklu başvurucunun aynı parmak iziyle farklı kimlik bilgilerini beyan ettiğinin anlaşılması üzerine hakkında resmî belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçundan 4/2/2020 tarihinde soruşturma başlatılmıştır.

7. Adli işlemlerin tamamlanmasını müteakip idari işlemlerin tesisi amacıyla başvurucu, Hatay Geri Gönderme Merkezine teslim edilmiştir.

8. Hatay Valiliği İl Göç İdaresi Müdürlüğünce 7/2/2020 tarihinde başvurucu hakkında kamu düzeni açısından tehdit oluşturduğu gerekçesiyle sınır dışı etme ve altı ay süreyle idari gözetim kararı alınmıştır. Sınır dışı etme kararının gerekçesi olarak Reyhanlı İlçe Emniyet Müdürlüğünün 4/2/2020 tarihli yazısına istinaden resmî belgenin düzenlenmesinde yalan beyanda bulunması ve askerî yasak bölgeye girmesi gösterilmiştir.

9. Göç idaresince verilen sınır dışı etme ve idari gözetim kararlarında 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun 54. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendine ve 57. maddesinin (2) numaralı fıkrasına dayanılmıştır.

10. Göç idaresince hazırlanan 7/2/2020 tarihli Sınır Dışı İşlemi Uygulanacak Ülkenin Belirlenmesi Hususunda Mülakat ve Değerlendirme Formu başlıklı belgede, başvurucunun sınır dışı edilebileceği ülkeler Ekvador, Malezya ve Sudan olarak belirlenmiştir.

A. Sınır Dışı Kararına Karşı Açılan İptal Davası Süreci

11. Başvurucu, sınır dışı işlemine karşı 10/2/2020 tarihinde Hatay 1. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) iptal davası açmıştır. Başvurucu, dava dilekçesinde yürütmenin durdurulmasına karar verilmesini de talep etmiştir.

12. Mahkeme 12/2/2020 tarihinde, sınır dışı işlemine karşı dava açılmasıyla dava konusu işlemin icrasının -6458 sayılı Kanun’un 53. maddesi gereğince- duracağından yürütmenin durdurulması istemi hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir.

13. Davanın devamında Mahkeme 3/3/2020 tarihinde; Ekvador, Malezya ve Sudan’a sınır dışı edilmesi hâlinde ölüm cezasına, işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza ve muameleye maruz kalacağı konusunda ciddi emare bulunup bulunmadığı hususlarının sorularak böyle bir iddia varsa bu hususun detaylı olarak gerekçeleriyle açıklanıp iddialara ilişkin tevsik edici bilgi ve belgelerin örneğinin sunulmasının başvurucudan istenmesine, bunun için başvurucuya on (10) gün süre verilmesine, ara kararı gereğinin yerine getirilmemesi hâlinde başvurucunun Ekvador, Malezya ve Sudan ülkelerine yönelik itirazının bulunmadığının kabulüyle karar verileceğinin başvurucuya ihtarına karar vermiştir.

B. İdari Gözetim Kararına İtiraz Süreci

14. Başvurucu 12/2/2020 tarihinde, idari gözetim kararma itiraz etmiştir. Başvurucu; itiraz dilekçesinde, idari gözetim kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu, içinde bulunduğu durum nedeniyle sınır dışı edilemeyecekler arasında bulunduğunu, bu nedenle hakkındaki idari gözetimin sona erdirilmesi gerektiğini belirtmiştir.

15. Hatay 2. Sulh Ceza Hâkimliği 19/2/2020 tarihinde başvurucunun itirazının reddine kesin olarak karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Tüm dosya kapsamına bir bütün olarak ele alındığında hakkı bir daha getirme sınırı sınır dışı edilme kararı bulunan yabancı uyruklu Şekip Karkur hakkında iftira atmak suretiyle kolluk kuvvetlerine yalan beyanda bulunması ve askeri yasak bölgeye girmesi nedeniyle hakkında işlem yapılmış 6458 sayılı Kanun’un 54/1 maddesinde ’54/1-d kamu düzeni veya kamu güvenliği ya da kamu sağlığı açısından tehdit oluşturanlar’ bendi gereği ve YUKK 57/2 maddesi ‘kaçma ve kaybolma riski bulunanlar kamu düzeni ve kamu güvenliği açısından tehdit oluşturanlar’ hükmü uyarınca süresi içerisinde Hatay Valiliği tarafından 6458 sayılı Yasa’nın 54/1-d maddesi kapsamında sınırdışı edilmesine ve 6458 sayılı Yasa’nın 57. maddesi kapsamında 6 ay süre idari gözetim kararı verildiği ilişkin verilen kararın gerekçesinde ve de usulünde eksiklik bulunmadığı, şahsın sınır dışı edilmesine yönelik idari işlemin halihazırda devam ettiği, hakkında sınır dışı edilme kararı bulman kişilerin her zaman bu karan etkisiz kılmak için kaçma ve ortadan kaybolma durumlarının bulunduğu, bu nedenle itirazın yerinde olmadığı anlaşılmakla itirazın reddine … [karar verilmiştir.]”

16. Başvurucu 27/2/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

17. Öte yandan Reyhanlı Cumhuriyet Başsavcılığınca 4/3/2020 tarihinde resmî belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçundan başvurucu hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir.

 

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

18. 6458 sayılı Kanun’un “Sınır dışı etme” kenar başlıklı 52. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Yabancılar, sınır dışı etme kararıyla, menşe ülkesine veya transit gideceği ülkeye ya da üçüncü bir ülkeye sınır dışı edilebilir.”

19. 6458 sayılı Kanun’un “Sınır dışı etme kararı” kenar başlıklı 53. maddesi şöyledir:

” (1) Sınır dışı etme kararı, Genel Müdürlüğün talimatı üzerine veya resen valiliklerce alınır.

(2) Karar, gerekçeleriyle birlikte hakkında sınır dışı etme kararı alınan yabancıya veya yasal temsilcisine ya da avukatına tebliğ edilir. Hakkında sınır dışı etme kararı alınan yabancı, bir avukat tarafından temsil edilmiyorsa kendisi veya yasal temsilcisi, kararın sonucu, itiraz usulleri ve süreleri hakkında bilgilendirilir.

(3) Yabancı veya yasal temsilcisi ya da avukatı, sınır dışı etme kararına karşı, kararın tebliğinden itibaren on beş gün içinde idare mahkemesine başvurabilir. Mahkemeye başvuran kişi, sınır dışı etme kararını veren makama da başvurusunu bildirir. Mahkemeye yapılan başvurular on beş gün içinde sonuçlandırılır. Mahkemenin bu konuda vermiş olduğu karar kesindir. Yabancının rızası saklı kalmak kaydıyla, dava açma süresi içinde veya yargı yoluna başvurulması hâlinde yargılama sonuçlanıncaya kadar yabancı sınır dışı edilmez.”

20. 6458 sayılı Kanun’un “Sınır dışı etme kararı alınacaklar” kenar başlıklı 54. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:

“Aşağıda sayılan yabancılar hakkında sınır dışı etme kararı alınır:

d) Kamu düzeni veya kamu güvenliği ya da kamu sağlığı açısından tehdit oluşturanlar

……”

21. 6458 sayılı Kanun’un “Sınır dışı etmek üzere idari gözetim ve süresi” kenar başlıklı 57. maddesi şöyledir:

“(1) 54 üncü madde kapsamındaki yabancılar, kolluk tarafından yakalanmaları hâlinde, haklarında karar verilmek üzere derhâl valiliğe bildirilir. Bu kişilerden, sınır dışı etme kararı alınması gerektiği değerlendirilenler hakkında, sınır dışı etme kararı valilik tarafından alınır. Değerlendirme ve karar süresi kırk sekiz saati geçemez.

(2) Hakkında sınır dışı etme kararı alınanlardan; kaçma ve kaybolma riski bulunan, Türkiye ’ye giriş veya çıkış kurallarını ihlal eden, sahte ya da asılsız belge kullanan, kabul edilebilir bir mazereti olmaksızın Türkiye’den çıkmaları için tanınan sürede çıkmayan, kamu düzeni, kamu güvenliği veya kamu sağlığı açısından tehdit oluşturanlar hakkında valilik tarafından idari gözetim kararı alınır. Hakkında idari gözetim kararı alınan yabancılar, yakalamayı yapan kolluk birimince geri gönderme merkezlerine kırk sekiz saat içinde götürülür.

(3) Geri gönderme merkezlerindeki idari gözetim süresi altı ayı geçemez. Ancak bu süre, sınır dışı etme işlemlerinin yabancının iş birliği yapmaması veya ülkesiyle ilgili doğru bilgi ya da belgeleri vermemesi nedeniyle tamamlanamaması hâlinde, en fazla altı ay daha uzatılabilir.

(4) İdari gözetimin devamında zaruret olup olmadığı, valilik tarafından her ay düzenli olarak değerlendirilir. Gerek görüldüğünde, otuz günlük süre beklenilmez. İdari gözetimin devamında zaruret görülmeyen yabancılar için idari gözetim derhâl sonlandırılır. Bu yabancılara, belli bir adreste ikamet etme, belirlenecek şekil ve sürelerde bildirimde bulunma gibi idari yükümlülükler getirilebilir.

(5) İdari gözetim kararı, idari gözetim süresinin uzatılması ve her ay düzenli olarak yapılan değerlendirmelerin sonuçları, gerekçesiyle birlikte yabancıya veya yasal temsilcisine ya da avukatına tebliğ edilir. Aynı zamanda, idari gözetim altına alınan kişi bir avukat tarafından temsil edilmiyorsa, kendisi veya yasal temsilcisi kararın sonucu, itiraz usulleri ve süreleri hakkında bilgilendirilir.

(6) İdari gözetim altına alınan kişi veya yasal temsilcisi ya da avukatı, idari gözetim kararına karşı sulh ceza hâkimine başvurabilir. Başvuru idari gözetimi durdurmaz. Dilekçenin idareye verilmesi hâlinde, dilekçe yetkili sulh ceza hâkimine derhâl ulaştırılır. Sulh ceza hâkimi incelemeyi beş gün içinde sonuçlandırır. Sulh ceza hâkiminin kararı kesindir. İdari gözetim altına alınan kişi veya yasal temsilcisi ya da avukatı, idari gözetim şartlarının ortadan kalktığı veya değiştiği iddiasıyla yeniden sulh ceza hâkimine başvurabilir.

(7) İdari gözetim işlemine karşı yargı yoluna başvuranlardan, avukatlık ücretlerini karşılama imkânı bulunmayanlara, talepleri hâlinde 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu hükümlerine göre avukatlık hizmeti sağlanır.”

22. 6458 sayılı Kanun’un “İdari gözetime alternatif yükümlülükler” kenar başlıklı 57/A maddesi şöyledir:

“(1) 57 nci maddenin ikinci fıkrasında sayılan yabancılara ya da idari gözetimi sonlandırılan yabancılara aşağıdaki idari gözetime alternatif yükümlülükler getirilebilir:

a) Belirli adreste ikamet etme

b) Bildirimde bulunma

c)Aile temelli geri dönüş

ç) Geri dönüş danışmanlığı

d) Kamu yararına hizmetlerde gönüllülük esasıyla görev alma

e) Teminat

f) Elektronik izleme

(2) Yabancıya birinci fıkradaki yükümlülüklerden bir ya da birkaçının getirilmesi durumunda, bu süre yirmi dört ayı geçemez.

(3) 57 nci maddenin ikinci fıkrası kapsamında olup da idari gözetim altına alınmayan yabancılara bu maddenin birinci fıkrasında sayılan yükümlülüklerden birinin ya da birkaçının getirilmesi zorunludur.

(4) İdari gözetime alternatif yükümlülüklere tabi tutulduğu, yabancıya veya yasal temsilcisine ya da avukatına gerekçeleri ile birlikte tebliğ edilir. Hakkında idari gözetime alternatif yükümlülükler getirilen yabancı, bir avukat tarafından temsil edilmiyorsa kendisi veya yasal temsilcisi, kararın sonucu, itiraz usulleri ve süreleri hakkında bilgilendirilir.

(5) Elektronik izleme yükümlülüğüne tabi tutulan yabancı veya yasal temsilcisi ya da avukatı bu karara karşı sulh ceza hâkimine başvurabilir. Başvuru yabancının tabi tutulduğu idari yükümlülüğü durdurmaz. Sulh ceza hâkimi incelemeyi beş gün içinde sonuçlandırır. Sulh ceza hâkiminin kararı kesindir.

(6) İdari gözetime alternatif yükümlülüklere uymayan yabancılar idari gözetim altına alınabilir.

(7) Yabancıya teminat yükümlülüğü getirilmesi ve yabancının teminat süresi içerisinde mücbir sebepler ve mahkeme sürecinin sona ermemesi halleri saklı kalmak kaydıyla Türkiye ’den çıkmaması durumunda teminat Hâzineye irat kaydedilir.

(8) Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar Bakanlıkça düzenlenir.”

23. 6458 sayılı Kanun’un “Geri gönderme merkezleri” kenar başlıklı 58. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“İdari gözetime alınan yabancılar, geri gönderme merkezlerinde tutulurlar.”

B. Uluslararası Hukuk

1. Sözleşme Hükümleri

24. Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin (MSHUS) “Özgürlük ve güvenlik hakkı” kenar başlıklı 9. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Herkes kişi özgürlüğü ve kişi güvenliği hakkına sahiptir. Hiç kimse keyfi olarak gözaltına alınamaz veya tutulamaz. Hiç kimse hukukun öngördüğü sebepler ve usuller dışında özgürlüğünden yoksun bırakılamaz.”

25. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme/AİHS) 5. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

“1. Herkes özgürlük ve güvenlik hakkına sahiptir. Aşağıda belirtilen haller dışında ve yasanın öngördüğü usule uygun olmadan hiç kimse özgürlüğünden yoksun bırakılamaz:

…..

f) Kişinin, usulüne aykırı surette ülke topraklarına girmekten alıkonması veya hakkında derdest bir sınır dışı ya da iade işleminin olması nedeniyle yasaya uygun olarak yakalanması veya tutulması;…

……”

2. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesinin Genel Yorumları

26. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesinin 1982 tarihli 16. Oturumundaki MSHUS’un 9. Maddesinde Düzenlenen Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkına ilişkin 8 No.lu Genel Yorumu’nun ilgili kısmı şöyledir:

“Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını düzenleyen 9. madde, taraf Devlet raporlarında genellikle dar biçimde anlamlandırılmaktadır ve bu nedenle raporlarda bu konuya ilişkin eksik bilgi verilmektedir. Birinci paragrafın tüm özgürlükten yoksun bırakma halleri, cezai haller veya hastalık, serserilik, uyuşturucu bağımlılığı, eğitim sebebiyle özgürlükten yoksun kalma halleri, göç kontrolünden kaynaklanan kısıtlamalar ve benzeri haller açısından da uygulanabilir olduğu söylenebilir.”

27. Birleşmiş Milletler İnsan Haklan Komitesinin 1986 tarihli 27. Oturumundaki 15 No.lu “Sözleşme (MSHUS) Çerçevesinde Yabancıların Durumu”na İlişkin Genel Yorumu’nun ilgili kısmı şöyledir:

“Sözleşme yabancıların taraf Devlet’in ülkesine girebilmeleri veya ülkesine yerleşmeleri hakkını tanımamaktadır. Ülkesine kimi kabul edip, kimi kabul etmeyeceğine prensipte taraf Devlet’in kendisi karar verir. Ancak, bazı durumlarda bir yabancı, ülkeye giriş veya ülkede yaşama konularında dahi, özellikle ayrımcılık yasağı, insanlık dışı muamele ve aile hayatına saygı gibi hallerde, Sözleşme’nin korumasından faydalanabilir.”

3. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihatları

28. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Sözleşme’nin 5. maddesi, temel bir insan hakkı olan bireyin özgürlüğünün devletin keyfî saldırılarından korunmasını güvenceye almaktadır (Aksoy/Türkiye, B. No: 21987/93, 18/12/1996, § 76). Ayrıca Sözleşme’nin 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasında geçen özgürlük kavramı, kişinin fiziksel özgürlüğünü kapsamaktadır (Engel ve diğerleri/Hollanda [GK], B. No: 5100/71, …, 8/6/1976, § 58). AİHM, özgürlükten yoksun bırakmanın nesnel ve öznel iki unsurunun bulunduğunu belirtmektedir. Buna göre nesnel unsur kişinin gözardı edilemeyecek uzunlukta bir süre boyunca sınırları belli bir yere kapatılması, öznel unsur ise bu kapatılmanın geçerli bir rızaya dayanmamasıdır (Storck/Almanya, B. No: 61603/00, 16/6/2005, § 74).

29. Sözleşme’nin 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (f) bendi; bir kişinin sınır dışı edilmek amacıyla tutuklanmasının makul bir şekilde gerekli görülmesini, örneğin suç işlemesini ya da kaçmasını engellemeyi şart koşmamaktadır (Conka/Belçika, B. No: 51564/99, 5/2/2002, § 38). Bununla birlikte bir kişinin bu hükme dayanılarak özgürlüğünden mahrum bırakılması da sadece hakkında derdest bir sınır dışı edilme işlemi ya da iade prosedürü olmasıyla haklı çıkarılabilir. Diğer bir deyişle bu bende göre özgürlükten yoksun bırakma tedbiri, ancak sınır dışı veya iade işlemleri devam ettiği sürece haklı çıkarılabilir. Bu prosedür, gereken özenle sürdürülmezse tutma Sözleşme’nin 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (f) bendine uygun olmaktan çıkar (A. ve diğerleri/Birleşik Krallık [BD], B. No: 3455/05,19/2/2009, § 164).

30. AİHM’e göre bu madde hükümlerine göre gereken tek şey sınır dışı etme işlemlerinin yürütülmesidir. Dolayısıyla Sözleşme’nin 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (f) bendi çerçevesinde kişinin sınır dışı edilmesine ilişkin kararın ulusal hukuka ya da Sözleşme hukukuna göre haklı bir gerekçeye dayanması bu itibarla önemli olmayacaktır (Chahal/Birleşik Krallık, B. No: 22414/93, 15/11/1996, § 112).

31. AİHM yerel makamların iadenin gerçekçi bir ihtimal olup olmadığını ve iadeye yönelik tutukluluğun başından itibaren haklı olup olmadığım değerlendirme yükümlülüğünün bulunduğunu belirtmiştir (Al Husin/Bosna Hersek, B. No:10112/16, 25/6/2019, § 98). İade edilmek üzere gerçekleştirilen tutma işlemi sırasında keyfî tutma riskini önleyebilecek usule ilişkin güvencelerin de varlığı gereklidir (Kim/Rusya, B. No: 44260/13, 17/7/2014, § 53).

32. AİHM, Sözleşme’nin 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (f) bendi uyarınca özgürlükten yoksun bırakma tedbirinin iç hukuktaki usul ve esasa ilişkin hükümlere uygun olması gerektiğini yinelemiştir. Bununla birlikte ulusal hukuka uygunluk yeterli değildir. Sözleşme’nin 5. maddesinin (1) numaralı fıkrası, özgürlükten yoksun bırakmada ayrıca bireylerin keyfîliğe karşı korunması amacının da gözönünde bulundurulmasını gerektirir, Sözleşme’nin 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer alan keyfilik kavramı, iç hukukla bağdaşmamanın ötesinde bir nitelik taşımaktadır. Zira bir kişinin özgürlüğünden yoksun bırakılması, ulusal hukuk uyarınca kanuna uygun olsa da keyfî ve bu nedenle Sözleşme’ye aykırı olabilir. Sözleşme’nin 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (f) bendi kapsamındaki alıkoyma tedbirinin keyfî olarak nitelendirilmemesi için söz konusu alıkoyma tedbirinin iyi niyetle yapılması, hükümetin dayandığı alıkoyma gerekçeleriyle yakından ilgili olması, alıkoyma koşullarının ve tedbirinin gerçekleştirildiği yerin uygun olması ve alıkoymanın -amacın gerektirdiğinin ötesinde- makul süreyi aşmaması gerekmektedir (L.M. ve diğerleri/Rusya, B.No: 40081/14…, 15/10/2015, § 146).

33. İç hukukun keyfîliğe karşı yeterli usul güvenceleri sağlayıp sağlamadığına ilişkin değerlendirmesinde AİHM, tutulma süresine ilişkin bir zaman sınırının olup olmadığını ve tutma işlemine karşı bir hukuk yolunun mevcut olup olmadığını dikkate almaktadır. Bununla birlikte Sözleşme’nin 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (f) bendi devletlere bu madde hükümlerine göre gerçekleştirilen bir tutma hâline ilişkin azami bir süre belirleme ve tutma hâlinin otomatik olarak yargısal denetimden geçirilmesini sağlama yükümlülüğü yüklemez. AİHM içtihadına göre iç hukuktaki zaman sınırlarına uymanın veya otomatik yargı denetiminin varlığı tek başına göçmenlerin tutulmasına ilişkin sistemin Sözleşme’nin 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (f) bendine uygun olmasını garanti etmeyecektir (J.N./Birleşik Krallık, B. No: 37289/12, 19/5/2016, §§ 83-96).

 

V. İNCELEME VE GEREKÇE

34. Mahkemenin 2/6/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

35. Başvurucu; Suriye’den geldiği için sınır dışı edilemeyecek kişilerden olduğunu, hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı olmaksızın idari gözetim altına alınmasının masumiyet karinesine aykırı olduğunu ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

36. Anayasa’nın 16. maddesi şöyledir:

“Temel hak ve hürriyetler, yabancılar için, milletlerarası hukuka uygun olarak kanunla sınırlanabilir.”

37. Anayasa’nın 19. maddesinin birinci fıkrası ile ikinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

“Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğim sahiptir.

Şekil ve şartları kanunda gösterilen:

…usulüne aykırı şekilde ülkeye girmek isteyen veya giren, ya da hakkında sınır dışı etme yahut geri verme kararı verilen bir kişinin yakalanması veya tutuklanması; halleri dışında kimse hürriyetinden yoksun bırakılamaz.”

38. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddiaları kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı çerçevesinde, tutmanın hukukiliği kapsamında ele alınacaktır.

39. Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası uyarınca hürriyeti kısıtlanan kişi kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı hâlinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına sahiptir (Mehmet Haberal, B. No: 2012/849, 4/12/2013, § 122).

40. Serbest bırakılmak amacıyla yetkili yargı merciine yapılması gereken başvurudan söz edildiğinden anılan hakkın uygulanması ancak talep hâlinde söz konusu olabilecektir. Dolayısıyla burada belirtilen bir yargı merciine başvurma hakkı, sınır dışı edilmek amacıyla hürriyetinden yoksun bırakılan kimseler bakımından da uygulanması gereken bir güvencedir.

41. Bu bağlamda ilgili yargı merciinin taraflardan ve yürütmeden bağımsız, tarafsız olmasının yanı sıra kişinin serbest bırakılmasına karar vermeye yetkili olması gerekir. Bu çerçevede sınır dışı edilmek üzere gözetim altına alınanların 6458 sayılı Kanun’un 57. maddesinin (6) numaralı fıkrasına göre idari gözetim kararma karşı sulh ceza hâkimliklerine itirazda bulunulabilmeleri mümkündür ve hâkimlik bu kişilerin serbest bırakılmalarına karar verme yetkisine sahiptir. Dolayısıyla sulh ceza hâkimliğine serbest bırakılmak amacıyla başvurmanın bireysel başvuru öncesinde tüketilmesi gereken etkili bir başvuru yolu olduğunda şüphe bulunmamaktadır.

42. Öte yandan sulh ceza hâkiminin idari gözetim kararının hukuka uygun olduğuna hükmetmesi durumunda -idari yargı merciinin idari gözetim kararının hukukiliğini denetleme yetkisinin bulunmadığı gözetildiğinde- 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinde öngörülen tam yargı davasının idari gözetim kararının hukuka aykırı olduğu şikâyetlerine bağlı tazminat istemi yönünden etkisiz hâle geleceği anlaşılmaktadır. Bu gibi hâllerde sulh ceza hâkiminin idari gözetim kararının hukuka uygun olduğuna dair kararının kesinleşmesinden itibaren süresi içinde doğrudan Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunulabilir (B.T. [GK], B. No: 2014/15769, 30/11/2017, §72).

43. Ayrıca herhangi bir idari gözetim karan olmaksızın özgürlüğünden yoksun bırakılanların idari gözetim altına alınmış olmasından doğan zararlar için doğrudan idari yargı mercilerinde tam yargı davası açabileceği konusunda tereddüt bulunmamaktadır (B.T, § 74). Ancak bu durum idari gözetimin sona erdiği hâller için geçerlidir. 2577 sayılı Kanun’un 2. maddesinde öngörülen tam yargı davası kişilerin serbest bırakılmalarını sağlayan bir niteliğe sahip değildir. Elbette sınır dışı edilme idari işlemi söz konusu olduğunda buna bağlı olarak gözetim altına almanın da hukuki dayanağı ortadan kalkacaktır. Ancak idare mahkemesinin hukuki denetim yapacağı asıl işlem gözlem altına alma karan değil sınır dışı etme kararı olacaktır. Böyle bir başvuru yolu, serbest bırakılan kişiler bakımından -tazminat suretiyle- yeterli bir giderim sağlayabilir ve bu nedenle ancak tutulma hâli sona eren kimseler bakımından etkili bir başvuru yolu olarak kabul edilebilir.

44. Somut olayda başvurucunun idari gözetim kararma yaptığı itiraz, Hatay 2. Sulh Ceza Hâkimliğince reddedilmiştir. Başvurucu, bu karardan sonra da idari gözetimde tutulmaya devam edildiğinden idari yargıda tam yargı davası açma yolunu tüketme zorunluluğunun bulunmadığı değerlendirilmiştir. Zira idare mahkemelerine açılacak tam yargı davası sonucunda verilecek karar, başvurucunun -tazminat elde etmekten öte- serbest kalmasını sağlayacak bir işleve sahip değildir. Dolayısıyla başvurunun diğer kabul edilebilirlik kriterleri yönünden değerlendirilmesi gerekir.

a. Genel İlkeler

45. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı, devletin bireylerin özgürlüğüne keyfî olarak müdahale etmemesini güvence altına alan temel bir haktır (Erdem Gül ve Can Dündar [GK], B. No: 2015/18567, 25/2/2016, § 62).

46. Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 19. maddesi kapsamında hürriyetten yoksun bırakma kavramını tanımlamıştır. Buna göre hürriyetten yoksun bırakma, bir kimsenin kısıtlı bir alanda gözardı edilemeyecek bir süre boyunca tutulması ve bu kişinin söz konusu tutulmaya rıza göstermemiş olması şeklinde ifade edilebilecek iki unsuru içermektedir (Cüneyt Kartal, B. No: 2013/6572, 20/3/2014, § 17).

47. Anılan maddenin birinci fıkrasında geçen hürriyet sözcüğü, özgürlük ve bağımsızlığın yanı sıra serbestlik anlamına da gelmektedir. Bu anlamda kişi hürriyetine yönelik bir müdahalenin bulunduğunun söylenebilmesi için kişinin hareket serbestisinin maddi olarak sınırlandırılmış olması gerekir. Buradaki hareket serbestisine yönelik kısıtlama, Anayasa’nın 23. maddesinde güvence altına alınan seyahat hürriyetine yönelik bir müdahaleye göre çok daha yoğundur. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik bir müdahale için kişi, rızası olmaksızın en azından rahatsızlık verecek uzunlukta bir süre boyunca belirli bir yerde fiziki olarak tutulmalıdır (Galip Öğüt [GK], B. No: 2014/5863, 1/3/2017, § 34).

48. Anayasa’nın 19. maddesinin metni bir bütün olarak değerlendirildiğinde maddenin ikinci ve üçüncü fıkralarındaki sınırlama sebeplerinin kişilerin fiziksel özgürlüklerine ilişkin olduğu, ayrıca devam eden fıkralardaki güvencelerin de fiziki olarak hürriyetinden yoksun bırakılmış kişiler bakımından getirildiği görülmektedir. Dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının güvence altına aldığı şey, bireylerin yalnızca fiziksel özgürlüğüdür (Galip Öğüt, § 35).

49. Anayasa’nın 19. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak ortaya konduktan sonra ikinci ve üçüncü fıkralarında, şekil ve şartları kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının kısıtlanması ancak Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan herhangi birinin varlığı hâlinde söz konusu olabilir (Murat Narman, B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 42).

50. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik müdahale -Anayasa’nın temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin ölçütlerin belirlendiği 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe- Anayasa’nın 19. maddesinin ihlalini teşkil edecektir (Halas Aslan, B. No: 2014/4994, 16/2/2017, §§ 53,54).

51. Anayasa’nın 13. maddesinde temel hak ve hürriyetlerin ancak kanunla sınırlanabileceği hükme bağlanmıştır. Yine Anayasa’nın 16. maddesinde temel hak ve hürriyetlerin yabancılar için milletlerarası hukuka uygun olarak kanunla sınırlanabileceği belirtilmiştir. Öte yandan Anayasa’nın 19. maddesinde kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının sınırlanabileceği durumların şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi kuralına yer verilmiştir. Anayasa’nın 13. maddesiyle tüm temel hak ve özgürlüklerin sınırlanmasına ilişkin getirilen kanunilik şartının kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı yönünden 19. maddede ayrıca belirtildiği görülmektedir. Bu bağlamda birbirleriyle uyumlu olan Anayasa’nın 13. ve 19. maddeleri uyarınca kişi hürriyetine ilişkin müdahale olarak tutuklamanın kanuni bir dayanağının bulunması zorunludur (Murat Narman, § 43).

52. Öte yandan Anayasa’nın 16. maddesine göre yabancıların temel hak ve hürriyetleri milletlerarası hukuka uygun olarak kanunla sınırlanabilir. O hâlde kişiyi özgürlüğünden yoksun bırakma sonucunu doğuran idari gözetimin kanunla düzenlenmesi, kanunla getirilen usul ve esasların da milletlerarası hukuka uygun olması gerekmektedir (Rıda Boudra, B. No: 2013/9673, 21/1/2015, § 76).

53. Anayasa’da yabancıların ülkeye girişleri, ülkede ikamet edişleri ve ülkeden çıkarılmalarına ilişkin konularda herhangi bir düzenlemeye yer verilmemiştir. Uluslararası hukukta da kabul edildiği üzere bu husus, devletin egemenlik yetkisi kapsamında kalmaktadır. Dolayısıyla devletin yabancıları ülkeye kabul etmekte veya sınır dışı etmekte takdir yetkisinin bulunduğu kuşkusuzdur (AA ve AA. [GK], B. No: 2015/3941, 1/3/2017, § 54).

54. İdari gözetim altına alma yetkisi Anayasa’nın 19. maddesi ile kabul edilmiş istisnai bir yetkidir. Buna göre bir yabancının sınır dışı edilmesi veya geri verilmesi kararının yürütülmesi sürecinde şekil ve şartları kanunla gösterilen usule uygun olarak kişinin yakalanması veya tutulu durumda bulundurulması mümkündür (Rıda Boudraa, § 73). Bu gibi durumlarda bir kişinin suç işlemesinin veya kaçmasının önlenmesi gibi gerekçelere ihtiyaç bulunmamaktadır.

55. Anayasa’nın 19. maddesi kapsamında hakkında sınır dışı etme kararı verilen bir kişinin yakalanması veya tutuklanması açısından gerekli olan şey sınır dışı etme işlemlerinin yürütülmesidir. Dolayısıyla Anayasa’nın 19. maddesi kapsamında kişinin sınır dışı edilmesine ilişkin kararın ulusal hukuka ya da Sözleşme hukukuna göre haklı bir gerekçeye dayanıp dayanmadığı önemli olmayacaktır.

56. Anayasa’nın 19. maddesi uyarınca sınır dışı etme veya iade işlemleri gerekli özen içinde yürütülmezse kişi özgürlüğünden ve mahrumiyetin meşruiyetinden artık söz edilemez (KA [GK], B.No: 2014/13044, 11/11/2015, § 123).

57. İdari gözetim istisnai bir yol olduğu ve kişiyi özgürlüğünden yoksun bırakma sonucunu doğurduğu için hukuka uygun olması ve keyfi muamele teşkil etmemesi gerekmektedir. Bu tedbirin demokratik hukuk devletinin gerekli ve makul kıldığı ölçüde denetlenebilmesi, idari gözetim altında tutulanlara temel, usule ilişkin hakların ve güvencelerin sağlanması gerekir (K.A., § 124).

58. Diğer taraftan Anayasa’nın 13. maddesinde temel hak ve özgürlüklere yönelik sınırlamaların ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı belirtilmiştir. Ölçülülük ilkesi, elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik, öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını; gereklilik, ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını; orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016, § 18; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38). Bu kapsamda yetkili makamlarca idari gözetimin ulaşılmak istenen hedefle orantılı olup olmadığının veya gözetim altına almanın alternatifi olacak daha az kısıtlayıcı tedbirlerin uygulanması ile sınır dışı edilmenin başarıyla uygulanıp uygulanamayacağının gözönünde bulundurulması gerekir.

b. İlkelerin Somut Olaya Uygulanması

59. Somut olayda başvurucunun sınır dışı edilmek üzere geri gönderme merkezinde idari gözetim altına alındığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle başvurucunun tutulmasının Anayasa’nın 19. maddesinin ikinci fıkrası kapsamına girdiği sonucuna varılmıştır.

60. Başvurucu hakkında verilen sınır dışı etme işlemine bağlı idari gözetim kararından başvurucunun 6458 sayılı Kanun’un 54. maddesinde yer verilen “kamu düzeni veya kamu güvenliği ya da kamu sağlığı açısından tehdit oluşturan” bir kişi olarak değerlendirildiği anlaşılmaktadır. Başvurucunun idari gözetim altına alınması ise 6458 sayılı Kanun’un 57. maddesinin (2) numaralı fıkrasına dayandırılmıştır. Bu hükme göre sınır dışı etme kararı alınanlardan “kaçma ve kaybolma riski bulunan, Türkiye’ye giriş veya çıkış kurallarım ihlal eden, sahte ya da asılsız belge kullanan, kabul edilebilir bir mazereti olmaksızın Türkiye ‘den çıkmaları için tanınan sürede çıkmayan, kamu düzeni, kamu güvenliği veya kamu sağlığı açısından tehdit oluşturanlar” hakkında valilik tarafından idari gözetim karan alınabilir. Dolayısıyla başvurucunun idari gözetim altına alınmasının kanuni dayanağının bulunduğu anlaşılmaktadır.

61. Kanuni dayanağı bulunduğu anlaşılan tutma hâlinin Anayasa’nın 16. maddesi uyarınca milletlerarası hukuka uygun olarak gerçekleşip gerçekleşmediğinin belirlenmesi gerekir. Bu konuda Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerin başında MSHUS ve AİHS gelmektedir. MSHUS’nin 9. maddesine göre “Herkes kişi özgürlüğü ve kişi güvenliği hakkına sahiptir ve hiç kimse keyfi olarak gözaltına alınamaz veya tutulamaz. Hiç kimse hukukun öngördüğü sebepler ve usuller dışında özgürlüğünden yoksun bırakılamaz.” Birleşmiş Milletler İnsan Haklan Komitesinin 9. Maddeye İlişkin 8 No.lu Genel Yorumu’na göre 9. maddenin birinci fıkrası tüm özgürlükten yoksun bırakma hâlleri, cezai hâller veya hastalık, serserilik, uyuşturucu bağımlılığı, eğitim sebebiyle özgürlükten yoksun kalma hâlleri, göç kontrolünden kaynaklanan kısıtlamalar ve benzeri hâller açısından da uygulanabilir. Sınır dışı etme amacıyla tutma hâli de bu hüküm kapsamına girmektedir. MSHUS’nin 9. maddesi “hukukun öngördüğü sebepler ve usuller dışında” ibaresinden anlaşılacağı üzere ulusal hukuka atıf yapmaktadır. AİHS’in 5. maddesi de hakkında derdest bir sınır dışı ya da iade işleminin olması nedeniyle kişinin yasaya uygun olarak yakalanması veya tutulmasına cevaz vermektedir ve AİHS de ulusal hukuka atıf yapmaktadır. AİHM’in bu tutma hâline ilişkin inceleme yöntemi ile Anayasa Mahkemesinin inceleme yöntemi benzer olduğundan bu konuda ayrıca bir değerlendirmeye gerek görülmemiştir. Dolayısıyla başvurucunun tutulmasının milletlerarası hukuka uygun olmadığı yönünde bir tespite varılmamıştır. Ayrıca başvurucunun bu yönde bir iddiası da bulunmamaktadır.

62. Anayasa’nın 19. maddesinin ikinci fıkrasına göre hakkında sınır dışı etme ya da geri verme kararı verilen bir kişinin yakalanması veya tutulması mümkündür. Öte yandan 6458 sayılı Kanun’un 54. maddesinde haklarında sınır dışı edilme kararı alınacak yabancılar sayılırken “Kamu düzeni veya kamu güvenliği ya da kamu sağlığı açısından tehdit oluşturanlar”a da yer verilmiştir. Aynı Kanun’un 57. maddesinde ise sınır dışı edilmeleri kararlaştırılanlardan hangileri hakkında valilikler tarafından idari gözetim karan verileceği düzenlenmiştir. Bu bağlamda sınır dışı edilmelerine karar verilen kişilerden güvenliği veya kamu sağlığı açısından tehdit oluşturanlar valilik kararıyla idari gözetim altına alınacak kişilerdendir. Somut olayda Suriye uyruklu olan başvurucunun aynı parmak iziyle farklı kimlik bilgilerini beyan ettiğinin anlaşılması üzerine resmî belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçundan hakkında soruşturma başlatılmış ve bunun üzerine sınır dışı etme kararı alınmıştır. Hatay Valiliği resmî belgenin düzenlenmesinde yalan beyanda bulunduğu ve askerî yasak bölgeye girdiği yönündeki bulgulardan hareketle başvurucunun sınır dışı edilmesine karar vermiş, ayrıca kamu düzeni açısından tehdit oluşturduğunu değerlendirerek idari gözetim altına alınmasını kararlaştırmıştır. Buna göre başvurucu hakkındaki idari gözetim kararının sınır dışı etmeye yönelik olduğu görülmektedir. Bu çerçevede başvurucunun sınır dışı edilebileceği ülkeler -Ekvador, Malezya ve Sudan olarak- belirlenmiştir. Dolayısıyla başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına idari gözetim altına alma yoluyla yapılan müdahalenin meşru bir amacının bulunmadığını söylemek mümkün değildir.

63. Diğer taraftan başvurucu hakkındaki idari gözetim tedbirinin ölçülü olup olmadığının da belirlenmesi gerekir. Bir idari gözetim tedbirinin Anayasa’nın 13. ve 19. maddeleri kapsamında ölçülülüğünün belirlenmesinde somut olayın tüm özellikleri dikkate alınmalıdır.

64. Başvurucu, Suriye’den geldiği için sınır dışı edilemeyecek kişilerden olduğunu ileri sürmüş ise de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı bağlamında sınır dışı işlemine ilişkin kararın haklı bir gerekçeye dayanıp dayanmadığı bireysel başvurunun inceleme kapsamında bulunmamaktadır. Zira devletin yabancıları ülkeye kabul etmekte veya sınır dışı etmekte oldukça geniş bir takdir yetkisinin bulunduğu kuşkusuzdur. Burada önemli olan sınır dışı etme işlemlerinin yürütülmesidir. Bu açıdan sınır dışı etme işleminin özenle yürütülüp yürütülmediğinin incelenmesi gerekir.

65. Somut olayda başvurucu sınır dışı etme işlemine karşı iptal davası açmış, iptal davası açmasıyla birlikte işlemin yürürlüğü durdurulmuştur. İlgili idarece başvurucunun sınır dışı edilebileceği ülkeler olarak Ekvador, Malezya ve Sudan’ın belirlendiği görülmüştür. İptal davasını inceleyen Mahkeme 3/3/2020 tarihinde Ekvador, Malezya ve Sudan’a sınır dışı edilmesi hâlinde ölüm cezasına, işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza ve muameleye maruz kalacağı konusunda ciddi emare bulunup bulunmadığı hususlarının sorularak şayet böyle bir iddia varsa bu hususun detaylı olarak gerekçeleriyle açıklanıp iddialara ilişkin tevsik edici bilgi ve belgelerin örneğinin sunulmasının başvurucudan istenmesine, bunun için başvurucuya on (10) gün süre verilmesine karar vermiştir. Bu açıklamalar çerçevesinde başvurucunun sınır dışı edilmesi sürecinde bir özensizlik tespit edilememiştir.

66. Diğer taraftan tutulmanın ölçülüğünün değerlendirilmesinde başvurucuya idari gözetime karşı usule ilişkin güvencelerin sağlanıp sağlanmadığının da belirlenmesi gerekir. Bu bağlamda idari gözetim altında tutulma bakımından 6 aylık azami bir süre belirlenmiştir. Bu sürenin uzatılması da mümkün değildir. Dolayısıyla sınır dışı işlemleri bitmese de 6 ayın sonunda kişinin serbest bırakılması gerekecektir. Böylelikle sınır dışı etme sürecinin uzaması dolayısıyla kişilerin aşırı bir şekilde/sürede hürriyetlerinden yoksun bırakılmalarının önüne geçilmek istenmiştir. Ayıca idari gözetimin devamında bir zaruretin olup olmadığının valilikler tarafından her ay düzenli olarak değerlendirilmesi koşulu getirilmiştir. Bu değerlendirme için aylık (otuz günlük) sürenin beklenmesine de gerek yoktur. Buna göre idari gözetimin devamında zaruret görülmeyen yabancılar için idari gözetim derhâl sonlandırılır. Yine idari gözetime alternatif olarak temel hak ve özgürlükleri daha sınırlı şekilde etkileyen tedbirlerin (belli bir adreste ikamet etme, belirlenecek şekil ve sürelerde bildirimde bulunma, teminat, elektronik izleme gibi) uygulanması mümkün kılınmıştır. Öte yandan idari gözetim kararı, idari gözetim süresinin uzatılması ve her ay düzenli olarak yapılan değerlendirme sonuçlan gerekçesiyle birlikte yabancıya, yasal temsilcisine ya da avukatına tebliğ edilmektedir. Son olarak idari gözetim altına alınan kişi, yasal temsilcisi ya da avukatı idari gözetim kararına karşı sulh ceza hâkimine başvurabilir; sulh ceza hâkimi incelemeyi beş gün içinde sonuçlandırmak zorundadır. Sulh ceza hâkiminin bu kararı kesindir. İdari gözetim altında tutulan kişi, idari gözetim şartlarının ortadan kalktığı veya değiştiği iddiasıyla yeniden sulh ceza hâkimine başvurabilir. İdari gözetim işlemine karşı yargı yoluna başvuranlardan, avukatlık ücretlerini karşılama imkânı bulunmayanlara, talepleri hâlinde avukatlık hizmeti de sağlanmaktadır.

67. Dolayısıyla idari gözetim altına alma süreci için öngörülen usule dair güvenceler açısından değerlendirildiğinde başvurucuya hangi nedenle İdari gözetim altında tutulduğuna ilişkin bir bildirim yapıldığı, başvurucunun idari gözetim kararma karşı Sulh Ceza Hâkimliğine başvurduğu, Hâkimliğin de yeterli bir gerekçeyle başvurucunun talebini reddettiği görülmektedir.

68. Başvurucu, idari gözetim kararma yaptığı itirazın reddedilmesi üzerine bireysel başvuruda bulunmuş; bireysel başvuruda bulunduktan sonraki süreçte idari gözetimin devamında zaruret olup olmadığının denetlenip denetlenmediği, idari gözetim şartlarının ortadan kalktığı veya değiştiği hususunda herhangi bir iddia ileri sürmemiştir. Dolayısıyla bu usul güvenceleri yönünden bir değerlendirme yapılmamıştır.

69. Açıklanan gerekçelerle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına ilişkin bir ihlalin bulunmadığı açık olduğundan başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. Kötü Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

70. Başvurucu; kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı olmaksızın sınır dışı edilmesine karar verilmesinin hukuka aykırı olduğunu, Suriye’deki iç karışıklıkların devam etmesi nedeniyle sınır dışı edilmesi durumunda işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muameleye maruz kalacağı konusunda ciddi emarelerin bulunduğunu, yaşam hakkının tehlikeye düşeceğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

71. Bireysel başvuru yolunun ikinci niteliği gereği Anayasa Mahkemesine başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur. Başvurucunun bireysel başvuru konusu şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve delilleri zamanında bu makamlara sunması, bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir (İsmail Buğra İşlek, B. No: 2013/1177, 26/3/2013, § 17).

72. Somut olayda başvurucunun sınır dışı işlemine karşı açtığı dava idare mahkemesinde derdesttir. Dolayısıyla başvurucunun hukuk sisteminde mevcut idari ve yargısal yollan tüketmeksizin bireysel başvuruda bulunduğu anlaşılmaktadır.

73. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

 

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 339. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca adli yardım talebi kabul edilen başvurucunun yargılama giderlerini ödemekten TAMAMEN MUAF TUTULMASINA 2/6/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.