Kategori arşivi Makaleler

ileadmin

Fazla Çalışma Ücreti 45 Saat

Fazla Çalışma Ücreti 45 Saat

Tanım:

Genel bakımdan çalışma süresi haftada 45 saattir (İş Kanunu 63/1). Aksi kararlaştırılmadıkça bu süre, işyerlerinde haftanın çalışılan günlerine eşit ölçüde bölünerek uygulanır.

Fazla çalışma, iş kanununda yazılı koşullar çerçevesinde haftalık 45 saati, gün olarak 11 saati, gece çalışması olarak 7.5 saati aşan çalışmalardır.

Fazla süreli çalışma, haftalık çalışma süresinin sözleşmelerle 45 saatin altında belirlendiği durumlarda bu çalışma saatini aşan ve 45 saate kadar olan çalışmalara denir. Örneğin, iş sözleşmesi ile haftalık çalışma süresi 40 saat olarak belirlenmişse, 40 ila 45 saat arasında yapılan çalışmadır.

Fazla Çalışma Ücretinin Talep Edilebileceği Haller

Haftalık çalışma süresinin 45 saat belirlendiği yerlerde bu haftalık çalışma süresini aşan çalışmalar için fazla çalışma ücretine hak kazanırsınız.

Günlük çalışma süresi 11 saat ile sınırlıdır. Haftalık çalışma süresi (45 saat) dolmasa bile günlük çalışma süresi olan 11 saati aşan çalışmalar içinde fazla çalışma ücretine yerleşik Yargıtay içtihatlarına göre hak kazanırsınız.

“Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Dairemizin yerleşik uygulamasına göre, bir işçinin günde en fazla fiilen 14 saat çalışabileceğinin kabulü gerekir. Bu durumda 24 saat çalışıp 24 saat dinlenme usulüyle yapılan çalışmalarda bir hafta 3 gün diğer hafta ise 4 gün çalışma yapılacağından, yukarıda bahsedilen 63 üncü madde hükmü gereğince, haftalık normal çalışma süresi dolmamış olsa dahi günlük 11 saati aşan çalışmalar fazla çalışma sayılması nedeniyle, bu çalışma sisteminde işçi ilk bir hafta (3×3=) 9 saat takip eden hafta ise (4×3=) 12 saat fazla çalışma yapmış sayılmalıdır.” (YHGK 2015/3395 E. 2017/758 K)

İş Kanunu 69’a göre çalışma hayatında “gece” en geç saat 20.00’da başlayan, en erken saat 6.00’ya kadar geçen ve herhalde en fazla 11 saat süren dönem olarak tanımlanır. Gece döneminde en fazla 7.5 saat çalışılabilir. Ancak istisna olarak turizm, özel güvenlik ve sağlık hizmeti sektörlerindeki işlerde, işçinin yazılı onayı alınarak 7.5 saatin üzerinde çalıştırılması mümkündür. Gece döneminde yapılan çalışmalar 7.5 saati aştığı durumlarda haftalık çalışma saati olan 45 saati aşmasa bile Yargıtay uygulamasınca fazla çalışma olarak değerlendirmektedir (Yargıtay 9.HD 2012/4976 E, 2014/9675 K,)

Haftalık çalışma süresi olan 45 saatin geçilmesinde de fazla çalışma ücretine hak kazanılmaz. İş kanununda bu hususta düzenleme vardır. İşveren bir ay işçileri haftalık çalışma süresi olan 45 saatten fazla çalıştırdığında gelecek ay 45 saati dengeleyecek şekilde bir denkleştirmeye gidebilir. Bu düzenleme en fazla iki ay için uygulanabilir. Toplu iş sözleşmesiyle 4 aya kadar çıkarılabilir.

İşçiye fazla çalıştığı bu süreler zamlı şekilde ödenmezse, işçi İş Kanunu 24/2-e uyarınca, haklı nedenle iş sözleşmesini feshedebilir. Feshetmek için iş sözleşmesinin bitimini beklemek veya bildirim süresine uymak zorunda değildir.

Fazla Saatlerle Çalışma Ücretinin Hesaplanması

Fazla süreli çalışmalarda belirlenen sürenin aşılması durumunda ücret, yüzde 25 oranında zamlı, fazla çalışmada ise 45 saatten fazla her saat için yüzde 50 zamlı olarak ödenmesi gerekir.

Yer altı ve maden işletmelerinde çalışan işçilerin günlük çalışma süresi en fazla 7.5 saat, haftada ise en fazla 37.5 saattir. Bu sürelerin aşılması sonucunda işçiye saatlik ücreti yüzde 100 zamlı olarak ödenir.

İşçinin yapmış olduğu fazla çalışmaya karşılık zamlı ücret alabileceği gibi İş Kanunu hükmü uyarınca serbest zaman olarak da kullanabilir. Fazla çalışma yaptığı her saatin karşılığı olarak 1 saat 30 dakika serbest zaman kazanır. Fazla süreli çalıştığı her saat içinse 1 saat 15 dakika serbest zaman kazanır. İşçi bu serbest zamanını altı ay içinde yazılı olarak işverene bildirmek kaydıyla, işyeri uygulamasına ve işverene uygun bir aralıkta, çalışma süreleri içinde ve ücretinde herhangi bir kesinti olmadan kullanabilir. İşçiye kanundan veya sözleşmelerden kaynaklanan tatil ve izin günlerinde serbest zaman kullandırılmaz.

Fazla çalışma süresi yıllık 270 saati aşamaz.

Ara dinlenme denilen çay ve yemek molaları fazla çalışma sürelerinden indirilerek hesaplama yapılır.

Ücret Alacaklarında Zorunlu Arabuluculuk

1 Ocak 2018 itibariyle ücret alacaklarında zorunlu arabuluculuk kurumu getirilmiştir. Taraflar uyuşmazlıklarını mahkeme yoluyla çözmeden önce arabuluculuk kurumuna başvuru yapıp çözmeyi denemelidirler. Bir sonuç alamadıklarında dava yoluyla çözüme gidilmelidir. Ücret alacaklarında arabuluculuğa gitmeden açılan davalar usulden reddedilmektedir.

Görevli ve Yetkili Mahkeme

Görevli mahkeme iş mahkemeleridir.

İş davalarında yetkili mahkeme ise davalı gerçek veya tüzel kişinin davanın açıldığı tarihteki yerleşim yeri veya işin veya işlemin yapıldığı yer mahkemesidir.

Fazla Çalışma Ücreti Alacağında Zamanaşımı

Bu husus hem İş Kanunu’nda hem de Türk Borçlar Kanunu’nda düzenlenmiştir. Her iki düzenleme de ücret alacaklarında zamanaşımını beş yıl olarak öngörmüştür.

Konuyla İlgili Yargıtay Kararı Örnekleri

  1. 9. HD., E.2012/11715, K.2014/16577, T.23.05.2014,
  2. 9. HD., E. 2011/51145, K. 2014/34, T. 13.1.2014
  3. 9. HD., E. 2016/19326, K. 2017/9168, T. 29.5.2017,

YHGK, E. 2015/3395, K. 2017/758, T. 19.4.2017

Konuyla ilgili sorularınız için iletişim bilgilerinden bize ulaşabilirsiniz.

ileadmin

MEHİR UYGULAMASI

MEHİR UYGULAMASI

Tanımı

Mehir, nikâhtan önce veya evliliğin devamında ya da evliliğin boşanmayla veyahut ölümle sona ermesi sonucunda eşe verilen para, belirli mal ya da taşınmaz türündeki armağandır.

Nikâhtan önce verilen mehire mehr-i muaccel, nikâhtan sonra veya evliliğin boşanmayla ya da ölümle sona ermesi sonucunda verilen mehire ise mehr-i müeccel denir.

Mehr-i muaccel de bir bekleme olmadığı için kanıtlamaya gerek yoktur. Ancak mehr-i müeccel için mehir senedi gerekmektedir.

Mehir Senedinin Şekil Şartları

Türk Kanunlarında mehir ile ilgili bir düzenleme bulunmamaktadır. Yargıtay uygulaması Türk Borçlar Kanunu madde 288’de düzenlenen “bağışlama vaadi” olarak nitelendirmektedir. Dolayısıyla mehir senedi yazılı olarak yapılması gereken bir belgedir. Yazılı şekil şartından kasıt adi yazılı şekil şartıdır.

Ancak taşınmaz bir mal mehir olarak veriliyorsa resmi şekil şartına tabiidir. Taşınmaz tapuya kayıtlı olmak zorundadır. Aksi halde Yargıtay tapuya kayıtlı olmayan taşınmazları taşınır mal olarak kabul etmektedir. Bunun sonucu olarak da tapuya kayıtlı olmayan taşınmaz adi yazılı şekil şartına tabidir. Taraflar basit bir kâğıda bile imza atarak bu şekil şartını sağlayabilirler.

Yazılılık şartının istisnası ise Türk Borçlar Kanunu’nda düzenlenen elden bağışlama hükmüdür. Bunun sonucu ise taraflar sözlü olarak elden bağışlama yapmışlarsa yapılan bağışlama geçerlidir ve geri alınamaz. Bu sözleşme resmi şekil şartına bağlı bağışlamalarda uygulanmaz (TBK m.288/3).

Mehir senedi senetle ispat zorunluluğuna tabi olup, tanıkla ispat hukuken mümkün değildir.

 

Görevli ve Yetkili Mahkeme

 

Mehir alacağı davasında görevli mahkeme konusu, uygulamada ve yargı kararlarında tartışmalıdır. Aile mahkemeleri ile asliye hukuk mahkemeleri arasında görev konusunda tartışmalı kararlar bulunsa da son zamanlarda Yargıtay’ın kararlarında asliye hukuk mahkemelerinin görevli olduğuna ilişkin kararlar çoğunluktadır. Örneğin bir kararda “…mehir alacağı davasındaki uyuşmazlık aile mahkemesinden kaynaklı alacak niteliğinde olmayıp genel hükümlere dayalı bir alacak talebi niteliğindedir.” hükmü amirdir. (Yargıtay 8. H.D. 2014/22932 E, 2016/4548 K,)

Dolayısıyla Yargıtay kararına göre uyuşmazlığın asliye hukuk mahkemelerinde açılması gerekir.

Mehir alacağı davasında yetkili mahkeme ise davalının bulunduğu yerdeki asliye hukuk mahkemeleridir.

Uygulamadaki sorunlardan dolayı hak kaybına uğramamak için bu konuda tecrübeli bir avukata danışmanız yararınıza olacaktır.

 

Mehir Senedi Alacağı Davasında Zamanaşımı Ne Kadardır?

 

Yargıtay uygulamalarında mehir alacağı “bağışlama vaadi” niteliğinde olduğu için Türk Borçlar Kanunu hükümleri uygulanır. Türk Borçlar Kanunu madde 146 hükmü gereği genel zamanaşımı süresi kural olarak 10 yıldır ve bu Türk Borçlar Kanunu madde 149 hükmü uyarınca alacağın muaccel olmasıyla işlemeye başlar. Mehir senedi alacağı davası boşanma kararı kesinleştikten sonra 10 yıllık zamanaşımına tabiidir.

 

Mehir Senedi Alacağından Geri Dönülebilir mi?

 

Mehir senedi alacağından Türk Borçlar Kanunu hükümleri uyarınca bazı durumların gerçekleşmesi sonucu dönülebilir. Bu hususlar Türk Borçlar Kanunu madde 295 ve 296’da düzenlenmiştir. Bu kanun maddesinde sıralananlardan bir tanesinin gerçekleşmesi mehir senedi alacağının geri verilebilmesi için yeterlidir.

 

İlgili Yasal Düzenlemeler

 

  1. Bağışlamanın ortadan kalkması
  1. Bağışlamanın geri alınması

MADDE 295- Bağışlayan, aşağıdaki durumlardan biri gerçekleşmişse, elden bağışlamayı veya yerine getirdiği bağışlama sözünü geri alabilir ve bağışlananın istem tarihindeki zenginleşmesi ölçüsünde, bağışlama konusunun geri verilmesini isteyebilir:

  1. Bağışlanan, bağışlayana veya yakınlarından birine karşı ağır bir suç işlemişse.
  1. Bağışlanan, bağışlayana veya onun ailesinden bir kimseye karşı kanundan doğan yükümlülüklerine önemli ölçüde aykırı davranmışsa.
  1. Bağışlanan, yüklemeli bağışlamada haklı bir sebep olmaksızın yüklemeyi yerine getirmemişse.
  1. Bağışlama sözü vermenin geri alınması ve ifadan kaçınma

 

MADDE 296- Bağışlama sözü veren, aşağıdaki durumlarda sözünü geri alabilir ve onu ifadan kaçınabilir:

  1. Elden bağışlanılan bir malın geri verilmesini isteyebileceği sebeplerden biri varsa.
  1. Mali durumu, sonradan sözün yerine getirilmesini kendisi için olağanüstü ağır kılacak ölçüde değişmişse.
  1. Bağışlama sözü verdikten sonra, kendisi için yeni aile yükümlülükleri doğmuş veya bu yükümlülükleri önemli ölçüde ağırlaşmışsa.

Bağışlama sözü verenin borcunu ödeme güçsüzlüğü belirlenir veya iflasına karar verilirse, ifa yükümlülüğü ortadan kalkar.

Bağışlayanın bu hakkının kullanabilmesi içinse kanun koyucu süre öngörmüştür. Buna göre bağışlayan bu dönme iradesini geri alma sebebini öğrendiği tarihten itibaren 1 yıl içinde kullanmalıdır. Bağışlayan kişi bir yıl dolmadan ölürse geri alma hakkı mirasçılara geçer ve mirasçılar bu sürenin sona ermesine kadar bu hakkı kullanabilirler.

 

Konuyla İlgili Yargıtay Kararları Örnekleri

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 30.06.2020, 2017/1538 E. 2020/485 K.

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2020/4902 E. 2020/5437 K.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 26.03.2019, 2017/451 E., 2019/355 K.

 

Konuyla ilgili detaylı bilgi almak için iletişim kısmındaki bilgilerden bize ulaşabilirsiniz.

Av. Mustafa ŞİRİN

Stj. Av. Abdulsamet DEMİR

ileadmin

Tahliye Taahhütnamesi

Tahliye Taahhütnamesi

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu ve 2004 sayılı İcra İflas Kanunu’nda düzenlenen bir husustur.

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda düzenlenen kira sözleşmesi hükümleri genel olarak kiracıyı korumaya yöneliktir. Kanun, süreli olarak yapılan bir kira sözleşmesinde sürenin sonunda sözleşmeyi sona erdirme hakkını kiracıya vermiştir. Kiracı sürenin sonunda sözleşmeyi sonlandırmak istemezse sözleşme aynı koşullarla bir yıl uzamış sayılır. Bu durumun istisnası tahliye taahhütnamesidir.

Tahliye taahhütnamesi, kiracı, kiralananın tesliminden sonra kiraya verene karşı kiralanan taşınmazı belirli bir tarihte boşaltmayı yazılı olarak  üstlendiği irade beyanıdır.

Tahliye Taahhüdünün Geçerlilik Şartları Nelerdir?

  1. Tahliye taahhüdü, yazılı şekilde olmalıdır. Taahhüt, adi yazılı şekle tabidir. Yani basit  bir kağıda taahhütleri yazıp imzalayabilirsiniz. Taraflar isterlerse taahhüdü, noterde de düzenleyebilirler. Bu durumda, taahhüt daha sıkı şekil kurallarına sahip olur. Bu işlemin sonucu olarak yapılan taahhüde tarafların itiraz etme imkânı azalır. Ayrıca icra dairesi ve mahkemenin kapsamlı araştırma yapmasına gerek kalmaz. Bu durum da yargılamanın daha kısa sürmesini sağlayabilir.
  2. Tahliye taahhütnamesini bizzat kiracının kendisi veya görevlendireceği bir temsilci imzalamalıdır. Kiracının akrabaları vb. kişiler, yetkilendirilmeden bu taahhüdü imzalayamaz.
  3. Tahliye taahhütnamesi, kiralanan yer, kiracıya teslim edildikten sonra imzalanmalıdır. Kira sözleşmesi imzalanmadan veya imzalanma sırasında yapılan tahliye taahhüdü geçersizdir.
  4. Tahliye taahhütnamesinde taşınmazın boşaltılacağı tarih belirli veya belirlenebilir olmalıdır. Tam olarak tarihin belli olmadığı muğlak ifadeler taahhüdün geçersiz olmasını sağlar.

Tahliye Taahhütnamesi İptal Edilebilir Mi?

Geçerli bir tahliye taahhütnamesi tarafların aynı yönlü irade beyanıyla iptal edilebilir. Tarafların anlaşması yoluyla iptal işlemi herhangi bir şekil şartına bağlı olmamakla birlikte ispat kolaylığı açısından yazılı olması tavsiye edilir.

Tahliye taahhütnamesini imzalayan kiracının iradesi sakatlanmış olmamalıdır. Aksi halde Borçlar Kanunu irade sakatlıkları genel hükümlerine göre kişi 1 yıl içinde dava açıp sözleşmeyi geçersiz hale getirip iptal ettirebilir.

Tahliye Taahhütnamesi İle Kiracı Nasıl Çıkarılabilir?

Tahliye taahhütnamesinde belirtilen sürenin dolmasına rağmen kiracı konutu terk etmemişse, kiraya verenin kiracıyı çıkarması için iki hukuki imkanı doğar; birincisi, dava yoluyla tahliyenin sağlanması ikincisi ise icra yoluyla tahliyenin sağlanmasıdır.

Dava yoluyla tahliyenin sağlanması sulh hukuk mahkemesinde, icra yoluyla tahliyenin sağlanması ise icra mahkemesinde açılan dava ile sağlanır.

Her iki hukuki yol da tahliye taahhütnamesinde belirtilen sürenin sona ermesinden itibaren 1 aylık süre içerisinde kullanılması gerekir. Aksi halde kiraya veren bu hakkını kaybeder.

Ancak kiraya veren, en geç davanın açılması için verilen sürede (1 aylık), dava açacağını kiracıya yazılı olarak bildirirse dava açma süresi bir kira yılı için uzamış sayılır.

Tahliye Taahhütnamesi Ne Zaman İmzalanmalıdır?

Tahliye taahhütnamesinin ne zaman imzalanması gerektiği uygulamada kira sözleşmesinin tarafları bakımından önemli bir husustur. Tahliye taahhütnamesi en erken kiracıya taşınmazın teslim edilmesinden sonra imzalanması gerekir. Bu düzenlemenin amacı, kiracıyı kiraya verene karşı, kira sözleşmesini ancak bu taahhütnameyi imzalarsan yaparız, demesinden korumaktır.

Tahliye Taahhütnamesi Herhangi Bir Cezai Şarta Bağlanabilir Mi?

Tahliye taahhütnamesinde, taraflar cezai şart öngörmüş olabilirler. Ancak bu cezai şartın dürüstlük kurallarını aşacak şekilde yüksek olmaması gerekir. Aksi halde, taahhüde konulan bu şart geçersiz olur. Bu durumun varlığının taahhüdün geçerliliğine bir etkisi yoktur. Taahhüt, cezai şartsız geçerliliğini korur.

Kira Sözleşmesinde Birden Fazla Kiracının Olması Durumu

Kira sözleşmesinde birden fazla kiracının olması durumunda tahliye taahhütnamesini kiracılardan her birinin imzalaması gerekir. Tek bir kişinin imzaladığı tahliye taahhütnamesi geçerli olmaz.

Konuyla İlgili Karar

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, 04.10.1944 tarihli ve 1944/20 E., 1944/28 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında, ilk kira sözleşmesi ile birlikte verilmiş olan tahliye taahhüdünün serbest iradeye dayanmadığından geçerli olmadığının belirtildiği, kiraya verenlerin bu İçtihadı Birleştirme Kararını aşmak için düzenleme ve boşaltma tarihleri boş olan ve kiracı tarafından imzalanan tahliye taahhüdü aldıklarını, tahliye taahhüdü noterde düzenlenseydi ispat yükünün davalıda olacağını ancak tahliye taahhüdü adi yazılı olduğu için ispat yükünün davacıda olduğu, bu nedenle direnme kararının onanması gerektiği yönünde görüş ileri sürülmüş ise de bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir. (Yargıtay HGK 2017/975 Esas)

Konuyla ilgili detaylı bilgi almak için bize ulaşabilirsiniz.

Av. Mustafa ŞİRİN

Stj. Av. Abdulsamet DEMİR

ileadmin

İcra Avukatı Ne İş Yapar?

İcra Avukatı Ne İş Yapar?

Bu yazımızda, İcra Avukatı Ne İş Yapar? konusunu açıklamaya çalışacağız. İcra avukatları, alacağın tahsili konusunda alacaklılara, haksız ödemelere karşı ise borçlulara hukuki destek sağlamaya yönelik çalışmalar yürütür.

İcra avukatları, vekil olarak temsil ettiği kişilerin alacakları için ilamlı, ilamsız ya da kambiyo senetlerine özgü takip yaparak borcun tahsili için işlemler yürütür. Burada, ilamlı, ilamsız ve kambiyo senetlerine özgü takiplerin ayrımını yapmak gerekir.

Eğer alacağınız bir mahkeme kararına ya da ilam verecek bir merciin kararına dayanıyorsa yani elinizde mahkeme ilamı varsa ilamlı takip yaparak borcun tahsili için işlem yapabilirsiniz. Mesela tüketici hakem heyeti kararlarını da ilamlı takibe konu edebilirsiniz.

Eğer elinizde herhangi bir evrak yoksa ya da ilam veya kambiyo vasfını içeren bir senet yoksa (çek, bono vs) o halde ilamsız takip açarak borcun tahsili için işlem yapabilirsiniz. Mesela elinizde bir faturaya dayalı bir alacağınız söz konusu ise bunu ilamsız takibe konu edebilirsiniz.

Eğer elinizde çek, bono, poliçe gibi kambiyo vasfına haiz bir evrak varsa bunu kambiyo senetlerine özgü takibe konu edebilirsiniz.

Bu takiplerden birisi size karşı yöneltilmişse yani borçlu tarafta iseniz ve haksızlığa uğradığınızı düşünüyorsanız bununla ilgili gerekli itirazları ve açılması gereken davaları açarak hakkınızı savunabilirsiniz.

İcra Takibinde Avukatın Rolü Nedir?

Bir icra dosyasını avukat ile takip ettiğiniz takdirde icra dosyasında yapılması gereken takip talebinin hazırlanması, tebligat süreçleri, takibin kesinleşmesinden sonra hacizlerin konulması, satış işlemleri gibi süreçlerin takibini yapacaktır.

Teknik ve süreli işlerin olması ve sıkı takip gerektirmesi nedenleriyle icra dosyalarında bir vekil ile çalışılması hem süreci hızlandıracak hem takibi kolaylaştıracak hem de hak kayıplarının önüne geçecektir.

Bu durum yalnızca alacaklı için değil borçlu için de benzerdir. Zira borçlu olmadığımız halde yanlış yapılan ya da eksik yapılan bir işlem neticesinde geri dönüşü mümkün olmayan zararlar ortaya çıkabilmektedir. Bunun önlenmesi için hukuki destek alınması yerinde olacaktır.

Sakarya’da İcra Takibi Nasıl Açılır?

 

Sakarya’da valilik kampüsü içerinde bulunan adliyenin bir parçası olan icra müdürlükleri vasıtasıyla alacakların tahsili için işlem yapılabilmektedir.

Gelişen ve dönüşen düzenin etkileri ile birlikte icra takipleri ve sonrası işlemler de UYAP üzerinden yapılabilmektedir. UYAP üzerinden işlem yapma yetkisi yalnızca avukatlara değil vatandaşlara da verilmiştir. Eğer e-imzanız varsa ve süreci takip edecek bilgi ve birikime sahipseniz UYAP vatandaş üzerinden icra takibi açarak süreci takip edebilirsiniz. Ancak e-imzanız yoksa ya da yeterli bilgi ve birikime sahip değilseniz ya yerinde işlem yaparak süreci takip edebilirsiniz ya da bir vekil vasıtasıyla sürecin takibini yaptırabilirsiniz.

Konuyla ilgili detaylı bilgiyi bize ulaşarak ya da İcra ve İflas Hukuku bölümüne bakarak bulabilirsiniz.

 

ileadmin

Tanıma ve Tenfiz

YURTDIŞINDA BOŞANDIM, BU KARAR TÜRKİYEDE NASIL GEÇERLİ OLUR?

Yabancı ülke mahkemelerince verilen kararlar Türkiye’de kendiliğinden geçerli olmaz. Geçerlilik kazanabilmesi için Türkiye’de tanıma ve tenfiz davalarının açılması gerekir.

Tanıma Davası: Yabancı mahkemece verilen boşanma kararının tanınması, kararın kesin hüküm gücünün Türkiye’yi de kapsaması anlamına gelir. Yabancı mahkemece verilen kararın hukuki sonuçları, o devletin hukukuna göre belirlenir.

Tenfiz Davası: Yabancı bir mahkemece verilen boşanma kararının tenfizi ise onun Türkiye’de icra edilebilirliğini ifade eder. Tenfiz kararının tanımadan farkı onun, ilamın Türkiye’de yerine getirilmesini mümkün kılmasıdır. Örneğin yabancı mahkemece verilen boşanma kararında nafaka ve tazminata ilişkin hükümler varsa ilamın bu kısımlarının Türkiye’de infazı tenfiz kararı ile mümkün olabilecektir.

Tanıma ve Tenfiz Davaları Nasıl Açılır?

Tanıma ve tenfiz davaları açılırken, sunulacak dava dilekçesinde tarafların ad, soy ad ve adreslerinin bilgileri, tenfiz konusu hükmün hangi devlet mahkemesinden verilmiş olduğu ve mahkemenin adı ile ilâmın tarih ve numarası ile hükmün özetinin bulunması gerekir.

Ayrıca bu davalarda dava dilekçesinde bunların haricinde şu evrakların da olması gerekir:

  • – Yurtdışında boşanıldığına dair mahkeme kararı (bu kararın ıslak imzalı yani mühürlü imzalı aslı gerekmektedir. Bu mahkeme kararının kesinleşmiş olması gerekmektedir.)
  • – Boşanma kararının kesinleştiğine dair yazı (tanıma tenfiz davası yönünden mahkeme kararın verildiği tarih değil kararın kesinleştiği tarih taraflar için önemlidir. Çünkü taraflar ancak o zaman boşanmış sayılırlar. Dolayısıyla kararın kesinleşmesi tanıma tenfiz davası için bir dava şartıdır.)
  • – Konsolosluktan alınacak olan Apostil şerhi (Apostil onay demektir. Kesinleşmiş bir boşanma kararının yetkili bir mahkeme tarafından verildiğini gösteren şey apostildir.)
  • – Boşanma kararının tercümesi.

Tanıma ve Tenfiz Davaları Nerde Açılır?

Görevli Mahkeme

Tanıma ve tenfiz davalarında görevli mahkeme MÖHUK madde 51 uyarınca Asliye Mahkemeleri’dir.

Yetkili Mahkeme

Tanıma ve tenfiz davalarına bakmakla yetkili olan mahkemeler, MHÖUK m. 51/2’de yer alan ‘Bu kararlar kendisine karşı tenfiz istenen kişinin Türkiye’deki yerleşim yeri, yoksa sakin olduğu yer mahkemesinden, Türkiye’de yerleşim yeri veya sakin olduğu bir yer mevcut değilse Ankara, İstanbul veya İzmir mahkemelerinden birinden istenebilir.’ maddesi ile açıklanmıştır.

Tanıma ve Tenfiz Davalarında Yargılama Nasıl Yapılır?

Türkiye’deki Mahkemeler kural olarak yurtdışındaki mahkemelerin verdiği kararın içeriği hakkında incelemeler yapmaz. Tanıma ve tenfiz istemlerini incelemekle görevli ve yetkili olan mahkemeler yalnızca, şekli ve usuli incelemeler yapar. Bu inceleme tanıma ve tenfiz kararı verilmesi için yasa ile aranan şartların sağlanıp sağlanmadığına ilişkindir.

DAVA AÇMADAN BOŞANMA KARARINA TANIMA VE TENFİZ İŞLEMİ YAPILABİLİR Mİ?

Bunun için öncelikle yurtdışında alınmış ve kesinleşmiş bir boşanma kararının olması gerekmektedir.

30052 Sayılı Resmî Gazetede yayınlanan 690 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 4. maddesinde yer alan düzenleme ile yabancı ülke adli veya idari makamlarınca boşanmaya, evliliğin butlanına, iptaline veya mevcut olup olmadığının tespitine ilişkin olarak verilen kararların yargı yoluna başvurulmaksızın 5490 Sayılı NHK’nin 27/A Maddesi gereğince nüfus kütüğüne tescil edilmesine dair düzenleme getirilmiştir.

Kanunun 27/A maddesi uyarınca, kamu düzenine açık bir aykırılık olmadığı hallerde, boşanma, evliliğin butlanı, iptali ya da mevcut olmadığı yönündeki, kesinleşmiş yabancı mahkeme ve idari makam kararlarının Türkiye’de Nüfus Müdürlükleri’ne, yurtdışında ise, kararın verildiği yabancı ülkede bulunan Türk Büyükelçilikleri, Başkonsoloslukları ve konsolosluk ajanlarına, kararın taraflarının birlikte (asaleten ya da vekilleri aracılığı ile) yapılacakları başvuru ile gerçekleştirilir.

Bu saydığımız durumlar olduğunda dava açmadan da boşanma işlemini Türkiye’de tamamlayabiliriz.

Her İki Eş Konsolosluğa Başvurursa

Taraflar (boşanan eşlerin her ikisi de) konsolosluklara boşanmak için gerekli belgelerle başvuru yaparlarsa yabancı boşanma kararının Türkiye’de tanınması işlemlerini dava açmadan yaptırabilirler.

Eğer Eski Eşiniz Türk Vatandaşı Değilse Ve Elinizde Eski Eşinizin Kimlik Veya Pasaport Kopyası Varsa

Bu durumda kişiler gerekli belgelerle konsolosluğa veya Türkiye’de yetkili nüfus dairesine başvurarak yabancı mahkemenin vermiş olduğu boşanma kararını Türkiye’de nüfusa işletebilirler.

Peki tanıma ve tenfiz işlemi sadece boşanma davası için mi geçerlidir? Yurtdışındaki mahkemede verilmiş olan başka bir karar için Türkiye’ de işlem yapılamaz mı?
Elbette ki yapılabilir. Buna yurtdışında verilmiş olan vasilik kararını örnek gösterebiliriz. Şimdi yazımıza yurtdışında verilmiş olan vasilik kararının Türkiye’de tanınması durumunu açıklayarak devam edeceğiz.

VASİLİK KARARI TANIMA TENFİZE KONU OLABİLİR Mİ?

Yurtdışı vesayet kararının tanıma ve tenfizinde görevli mahkeme asliye hukuk mahkemeleridir. Bu davanın; kısıtlılık kararı verilen kişinin Türkiye’deki yerleşim yerinde, eğer burada yerleşim yeri yoksa nüfus kaydının mevcut olduğu yerde veya İstanbul, Ankara, İzmir mahkemelerinin birinde açılması gerekmektedir.

Bu dava yurtdışında hasımsız olarak açıldıysa Türkiye’de de hasımsız olarak açılacaktır. Ancak yabancı ülke mahkemesinde vasilik davası hasımlı olarak görülmüşse, Türkiye’de de dava aynı hasma yöneltilmelidir.

Yargıtay kararına göre yabancı ülkede verilmiş vesayet kararının tanınması ile karar Türkiye mahkemelerince verilmiş gibi işlem görecektir.

Konuyla ilgili daha detaylı bilgi almak için bize ulaşabilirsiniz.

ileadmin

Boşanmada Affetme Ve Affetmiş Sayılma (4721)

Boşanmada affetme ve affetmiş sayılma konuları boşanma davalarında en çok dikkat edilmesi gereken konulardandır.

Boşanma, eşlerin karşılıklı sevgi, saygı, bağlılık, güven ve yaşam boyu mutluluk beklentileriyle sürdürdükleri evliliklerinde, bu beklentilerinin karşılanamaması durumunda evlilik birliğinin yasal olarak sonlandırılmasıdır.

Evliliğin tarafların iradesi ile sonlandırılması boşanma davasının konusunu oluşturur.

4721 Sayılı TMK’ ya göre eşlerin boşanması ancak bir mahkeme kararıyla mümkündür ve kanunda sayılan sebepler dışındaki bir sebepten ötürü tarafların boşanması mümkün değildir.

Boşanma iki şekilde gerçekleştirilebilir: Çekişmeli ve anlaşmalı.

Evlilik birliğinin temelinden sarsılması sebebiyle açılan boşanma davasında, davaya sebep olan olayların evlilik birliğinin devamına olanak vermemesi ve eşlerden de bu birlikteliği devam ettirmelerinin beklenememesi gerekir. Çünkü ancak bu birlikteliğin çekilmez bir hal alması durumunda boşanmaya karar verilebilecektir. Fakat davaya konu olaylar vuku bulduktan sonra davacı eşin bazı eylemleri davalı eşi affettiğine ilişkin olabilir. Bu durumda eşler arasında bir affetme veya en azından hoşgörüyle karşılama durumu söz konusu olacaktır. Bu da boşanma şartının yani ‘evlilik birliğinin temelden sarsılması’ koşulunun oluşmadığını gösterecektir. Dolayısıyla böyle bir durumda TMK m.166/1’den boşanmaya karar verilemeyecek ve dava reddedilecektir.

Af, davadan önce, davadan sonra ve karardan sonra olmak üzere üç durumu içinde barındırır.

Bakıldığında barışma kapsamına giriyormuş gibi görünse de barışma sayılmayan davranışlar vardır. Bunlar:

  • Çocukları ziyaret için bir araya gelmek
  • Çocukların özel günleri için bir araya gelmek
  • Zorunluluk halleri, olarak sayılabilir.

Eşlerin arasında ortaya çıkan bu davranışların boşanmada affetme olarak nitelendirilebilmesi için bazı gerekli şartlar vardır. Bunlar:

  • Kayıtsız şartsız bir irade beyanı mevcut olmalıdır,
  • Affı gösterir fiili tutum ve davranış gerçekleşmelidir,
  • Af olgusu somut delillerle kanıtlanmalıdır,
  • Barışmış Olmak,
  • Önceki Olayları Affetmek veya En Azından Hoşgörü ile Karşılamak
  • Evlilik Birliğini Olaylara Rağmen Sürdürmek olarak sayılabilir.

Bahsettiğimiz bu şartlar sağlandığı takdirde eşlerin eylemleri boşanmada affetme kapsamında sayılabilir. Affın kabul edilebilmesi için kayıtsız şartsız bir irade beyanının mevcut olması ya da en azından affı gösterir bir tutumun gerçekleşmiş olması gerekmektedir. Ayrıca affın varlığını iddia eden tarafın bunu somut delillerle kanıtlaması da gerekir.
Fakat şunu da unutmamak gerekir ki; eşler arasında, barışma girişiminden ya da aftan sonra başkaca olaylar yaşanmış olabilir ve bunlar boşanma davasına konu da olabilir. Burada unutulmaması gereken aftan önceki hususların yeni açılan boşanma davasında ileri sürülemeyecek olması veyahut sürülse dahi hüküm kurulurken dikkate alınmayacak olmasıdır.
Bu hususlar doğrultusunda affetme bağlamında bazı örnek Yargıtay Kararlarına bakmak konunun kavranması açısından daha iyi olacaktır.

1-Eşlerin barışması, evlilik birliğinin sarsılması sebebiyle boşanma davasında af niteliğinde bir davranıştır.

Uyuşmazlık; tarafların bir araya gelmesinin, önceki olaylar yönünden birbirlerini bağışladığı anlamına gelip gelmeyeceği ve bu olaylara dayanılarak boşanma kararı verilip verilemeyeceği; ayrıca, bir araya gelinmesinden sonraki dönemde de evlilik birliğini temelinden sarsacak nitelikte olayların gerçekleştiğinin davacı yanca ispatlanıp, ispatlanmadığı noktasında toplanmaktadır.

Öncelikle belirtmek gerekir ki, evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına neden olan olaylardan sonra taraflar barışıp tekrar bir araya gelmiş ve evlilik birliğini devam ettirme iradesiyle birlikte yaşamaya başlamışlarsa, bu durum birbirlerini bağışladıkları anlamına gelir ve barışma öncesi nedenlere dayalı olarak boşanma kararı verilemez (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 21.03.2007 gün 2007/2-156 E. 2007/157 K. sayılı ilamı)

2- Eşlerin zorunlu sebeplerle bir araya gelmeleri barışma sebebi sayılmaz ve af niteliği taşımaz. Dolayısıyla bu durumda evlilik birliğinin temelden sarsılması sebebiyle boşanma davasının kabulü gerekir.

Dava, eylemli ayrılık nedeniyle boşanma davasıdır.(T.M.K.166/son)

Davacı ve davalı önceki davanın reddinden sonra aynı binanın farklı dairelerinde oturmaya başlamışlardır. Davacının ara sıra çocukları görmek ve evin ihtiyaçlarını karşılamak üzere davalının dairesine çıkması evlilik birliğini devam ettirmek üzere bir araya gelme olarak nitelendirilemez.( T.C YARGITAY 2.Hukuk Dairesi Esas: 2006/ 6059Karar: 2006 / 12845 Karar Tarihi: 02.10.2006)

Buna karşılık eşlerin zorunluluk bulunmadan bir arada kalmaları af niteliğindeki davranışlar içerisinde bulunmaz.

Boşanma davasına rağmen tarafların aynı evde birlikte yaşamaya devam ettikleri, ortak hayatı sürdürdükleri, cinsel beraberliklerinin de olduğu yapılan soruşturma ve toplanan delillerden anlaşılmaktadır. Esasen davacı da “davalı istediği için birlikte olduklarını” ifade etmekle, bu hususu kabul etmiştir. Davaya rağmen zorunluluktan kaynaklanmadıkça eşlerin aynı evde birlikte yaşamaya devam etmeleri, evlilik birliğinin temelinden sarsılmadığını ve çekilebilir olduğunu gösterir. Bu durumda boşanmaya karar verilemez. İsteğin reddi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru bulunmamıştır. (T.C YARGITAY 2.Hukuk Dairesi Esas: 2013/ 14017 Karar: 2013 / 28019 Karar Tarihi: 28.11.2013)

3- Eşlerin olayları hoşgörü ile karşılaması af niteliği taşır ve böyle bir durumun mevcudiyeti halinde evlilik birliğinin temelden sarsılması sebebiyle boşanma davasının reddi gerekir.

Toplanan deliller ve dinlenen tanık beyanlarından; davacı kadın tarafından 28.06.2010 tarihinde TMK 166/1’ e dayalı olarak boşanma davası açıldığı, davanın açılasından sonra 2010 yılı Eylül ayında tarafların birlikte on beş gün süre ile Bodrum’da tatil yaptıkları anlaşılmaktadır. Bu durumda davacı kadın tarafından ileri sürülen ve mahkemenin boşanma nedeni olarak kabul ettiği olayların davacı tarafından affedildiğinin en azından hoşgörü ile karşılandığının kabulü gerekir.( T.C YARGUTAY 2. Hukuk Dairesi, Esas:2011/17840, Karar: 2012/13752 Karar Tarihi: 21.05.2012)

Sonuç olarak boşanma davalarında, davacının davaya konu olan olaylardan sonra yukarıda anlatmaya çalıştığımız durumlardan bazılarını gerçekleştirmesi halinde, bu davranış ve tutumlardan önceki olayları davada ileri süremeyecek sürse bile hükme esas alınmayacaktır. Çünkü eşe karşı bir affetme veya en azından hoşgörüyle yaklaşma gerçekleşmiş olacaktır. Ancak affetme olgusundan sonra ortaya çıkan ve boşanma davasına konu edilen bir eylem gerçekleşmişse elbette ki boşanmaya karar verilebilecektir. Konuyla ilgili detaylı bilgi için Aile Hukuku kısmındaki bilgilerden bize ulaşabilirsiniz.

ileadmin

KUSURLU İSEK NAFAKA ALABİLİR MİYİZ?

KUSURLU İSEK NAFAKA ALABİLİR MİYİZ?

Nafaka Nedir?

Nafaka, boşanma davası sürerken ya da boşanma davasının sona ermesinden sonra maddi olarak zorluğa düşecek olan kişiye bağlanan ve her ay ödenmesi gereken para olarak ifade edilir.

Aile hukukundan doğan kişisel bir borçtur ve bu sebepten dolayı devredilemez. Ölümle sona erer ve mirasçılara geçmez.

Nafaka boşanma davasıyla talep edilebildiği gibi tek başına da dava konusu olabilir.

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’na göre, tedbir, yoksulluk, iştirak ve yardım olmak üzere dört çeşit nafaka bulunmaktadır. Fakat daha önce paylaştığımız bir yazımızda nafaka çeşitlerinden bahsettiğimiz için bu yazımızda bahsetmeyeceğiz.
Dilerseniz buradan ulaşabilirsiniz.

Kusur Nedir?

Kişinin kendisinden beklenen sadakat ve evlilik birliğinin doğurduğu diğer yükümlülüklere aykırı davranması sonucu boşanmaya neden olmasına boşanmada kusur denir.

Boşanmada kusur sayılan hallere ve kusurun özelliklerine, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu madde 161 ve devamı hükümlerinde yer verilmiştir.

Kanunda, boşanmada kusur sayılan haller sınırlı olarak düzenlenmemiştir. Dolayısıyla birçok örnek verme imkânı doğmaktadır. Boşanma davasında kusur sayılan haller, somut olaylarda farklı etki gösterebilir. Yani bir somut olayda kusur olarak sayılan davranış bir başka somut olayda kusur olarak değerlendirilmeyebilir.

Boşanmada kusur sayılan davranışlara:

• Sadakat yükümlülüğünü ihlal etmek
• Eşine ilgisiz davranmak
• Eşine şiddet uygulamak
• Hakaret etmek
• Eşini kısıtlamak, ailesiyle görüştürmemek,

Gibi durumlar örnek verilebilir.

Kusurlu İsek Nafaka Alabilir Miyiz?

Boşanma davasında tedbir nafakası, iştirak nafakası, yoksulluk nafakası olmak üzere üç nafaka çeşidi vardır.

Bu nafaka çeşitlerinden tedbir nafakasında kusurun varlığı aranmaz. Tedbir nafakası dava boyunca taraflar arasında oluşacak geçim durumu için gündeme gelen bir nafaka çeşididir.

İştirak nafakası ise boşanma kararı kesinleştikten sonra çocuk için eşlerin ortak olarak dâhil olacakları nafaka çeşididir. Burada da nafakanın belirlenmesinde kusurun bir önemi yoktur. Varlığı şart değildir.

Kusurun asıl ortaya çıktığı ve dikkate alındığı nafaka türü ise yoksulluk nafakasıdır. Yoksulluk nafakası; boşanmaya kusuruyla neden olan eşin, diğer eşe ödediği nafaka türüdür. Fakat bu, boşanma dolayısıyla yoksulluğa düşecek olan tarafın, daha ağır kusurlu olmaması durumunda olabilecektir. Yani kusursuz, az kusurlu veya eşit kusurlu eş yoksulluk nafakası talep edebilir.(TMK m.175/1) Burada dikkat edilmesi gereken; nafaka talep eden taraf eğer diğer taraftan daha kusurluysa nafaka talebinin reddedilecek olmasıdır.

Eğer nafaka talep eden eş, diğer eşten daha az kusurlu veya diğer eşle eşit kusur oranına sahipse yoksulluk nafakası almasına karar verilebilir.

Konuyu daha iyi kavramak adına bu hususlar bağlamında birkaç örnek Yargıtay kararlarını birlikte inceleyelim.

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2017/2-1891
K. 2018/1577
T. 25.10.2018

Boşanma ve ayrılık davalarında, tarafların kusur durumu hiçbir şekilde tedbir nafakasının takdirine etkili bir unsur değildir. Kusurlu eş yararına dahi, bu tedbirlerin alınması mümkündür. Yine, her iki tarafın da gelirinin bulunması tedbir nafakası verilmesini engelleyici bir hâl değildir. Ancak eşlerin ekonomik güçlerinin birbirine yakın olması durumu söz konusu ise bu durumda geçici tedbir nafakası verme zorunluluğunun ortadan kalkacağı söylenebilir.
Ayrıca belirtilmelidir ki, Yargıtay içtihatları ile bir başkası ile evlilik dışı birliktelik yaşayan eşe tedbir nafakası verilmeyeceği hususu benimsenmiştir.
Bu ilkeler kapsamında somut olay değerlendirildiğinde, tarafların 20.02.2011 tarihinde evlendikleri, aralarındaki anlaşmazlıklar sebebiyle karşılıklı olarak boşanma davası açtıkları anlaşılmaktadır. Mahkemece 23.11.2011 tarihli ara karar ile davalı-karşı davacı kadın yararına 500,00 TL tedbir nafakasına hükmedilmiş ise de akabinde 19.12.2011 tarihli ara karar ile “kocanın işsiz olduğu, hiç bir gelirinin bulunmadığı” belirtilmek suretiyle sözü edilen tarih itibariyle tedbir nafakasının geçici olarak durdurulmasına karar verilmiştir. Nihai yargılama sonunda ise davacı-karşı davalı erkeğin boşanmaya yol açan olaylarda bir kusurunun bulunmadığı, davalı-karşı davacı kadının ise başkası ile aşk ve gönül ilişkisi içerisine girdiği, bu sebeple tam kusurlu olduğu gerekçesiyle, erkeğin davasının kabulüyle tarafların boşanmalarına, kadının davasının ise reddine karar verilmiştir. Kararın temyizi üzerine Özel Dairece yapılan incelemede; mahkemenin boşanma ve kusur belirlemesine dair gerekçesi onanmak suretiyle kesinleşmiş, karar sadece “tedbir nafakasına” dair olarak bozulmuştur. Yukarıda da açıklandığı üzere mahkemenin direnme gerekçesinin aksine erkeğin gelirinin bulunmaması, kadının çalışıyor olması veya kusur durumu kadın yararına tedbir nafakası hükmedilmesine engel teşkil eden vakıalar değildir.
Hâl böyle olunca tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu sebeple direnme kararı bozulmalıdır.

T.C. YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
Esas: 2017/ 2494
Karar: 2021 / 248
Karar Tarihi: 11.03.2021

Bilindiği üzere 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “Yoksulluk nafakası” başlıklı 175. maddesi “Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan malî gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir. Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz.” hükmünü içermektedir.

Maddede geçen “yoksulluğa düşecek” kavramından ne anlaşılması gerektiği konusunda yasal bir tanımlama olmaması karşısında bu husus yargısal uygulamada kurallara bağlanmıştır. Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 07.10.1998 tarihli ve 1998/2-656 E., 688 K.; 16.05.2007 tarihli ve 2007/2-275 E., 275 K.; 11.03.2009 tarihli ve 2009/2-73 E., 2009/118 K. sayılı kararları ile “yeme, giyinme, barınma, sağlık, ulaşım, kültür, eğitim” gibi bireyin maddi varlığını geliştirmek için zorunlu ve gerekli görülen harcamaları karşılayacak düzeyde geliri olmayanların “yoksul” kabul edilmesi gerektiği benimsenmiştir.

Ayrıca madde metninden de anlaşılacağı üzere yoksulluk nafakası isteminde bulunan tarafın kusurunun daha ağır olmaması gerekmektedir. Ancak yoksulluk nafakası, boşanmadan sonra yoksulluğa düşecek olan tarafı koruma amacına yönelik olduğu içindir ki, boşanmış olan yoksul tarafa verilecek olan yoksulluk nafakası, hiçbir surette diğer tarafa yükletilen bir ceza veya tazminat niteliğinde değildir. Şayet böyle olsaydı, sadece boşanmada kusuru olan eşten istenebilmesi gerekirdi. Oysaki maddede açıkça belirtildiği gibi kusursuz eş dahi yoksulluk nafakası ödemekle yükümlüdür. Yoksulluk nafakası, bir bakıma evlilik birliği devam ettiği sürece söz konusu olan karşılıklı bakım ve geçindirme ödevinin devam ettirilmesi anlamını taşımaktadır (Akıntürk T./Ateş D: Türk Medeni Hukuku, Aile Hukuku, İkinci Cilt, Ocak 2019, s. 302).

Daha detaylı bilgi almak için bize ulaşabilirsiniz.

ileadmin

Adli Sicil ve Arşiv Kaydı 2023

Adli Sicil ve Arşiv Kaydı 2023

Adli sicil ve adli sicil arşiv kaydının silinmesi ile ilgili hususlar 5352 sayılı Adli Sicil Kanunu’nda düzenlenmiştir. 5352 Sayılı Adli Sicil Kanununa göre hakkında Türk mahkemeleri veya yabancı ülke mahkemeleri tarafından kesinleşmiş ve Türk Hukukuna göre tanınan mahkûmiyet kararı bulunan Türk vatandaşları ile Türkiye’de suç işlemiş olan yabancıların kayıtları da dahil tüm adlî sicil bilgileri; Adalet Bakanlığı Adlî Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğündeki Merkezî Adlî Sicilde tutulur.

Adli Sicil ve Adli Sicil Arşiv Kaydı arasındaki farktan kısaca bahsetmek gerekirse adli sicil kaydı infazı tamamlanmamış sonuçları devam eden kayıtları içerirken, adli sicil arşiv kaydı infazı tamamlanmış etkisi ortadan kalkmış kayıtları içerir.

Yazımızda bu kayıtların nasıl ve hangi şartlarda silineceğine ilişkin bilgilendirme yapacağız.

Adli Sicil Kanunu md.9’ göre Adli Sicil Bilgileri;

1)- Cezanın veya güvenlik tedbirinin infazının tamamlanması,

– Ceza mahkûmiyetini bütün sonuçlarıyla ortadan kaldıran şikayetten vazgeçme veya etkin pişmanlık,

– Ceza zamanaşımının dolması,

– Genel af,

halinde Adlî Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğünce silinerek, arşiv kaydına alınır.

2)Adlî sicil bilgileri, ilgilinin ölümü üzerine tamamen silinir.

3)Türk vatandaşları hakkında yabancı mahkemelerce verilmiş olup 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (f) bendine göre adlî sicile kaydedilen hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkûmiyet hükümleri, kesinleştiği tarihten itibaren mahkûmiyet kararında belirtilen sürenin geçmesiyle, Adlî Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğünce adlî sicil kayıtlarından çıkartılarak arşiv kaydına alınır. Adlî para cezasına mahkûmiyet hükümleri ile cezanın ertelenmesine ilişkin hükümler, adlî sicil kaydına alınmadan doğrudan arşive kaydedilir.

Adli sicil kaydından 9. Madde hükmüne göre silinen kayıtlar adli sicil arşiv kaydına alınır.

Adli Sicil Arşiv Kaydına alınan kayıtlar ise Adli Sicil Kanunu m.12 gereği aşağıda yazılı hallerde silinir:

1- İlgilinin ölümü üzerine,

2- Anayasanın 76 ncı maddesi (taksirli suçlar hariç toplam bir yıl veya daha fazla hapis ile ağır hapis cezasına hüküm giymiş olanlar; zimmet, ihtilâs, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı suçlarla, kaçakçılık, resmî ihale ve alım satımlara fesat karıştırma, Devlet sırlarını açığa vurma, terör eylemlerine katılma ve bu gibi eylemleri tahrik ve teşvik suçlarından biriyle hüküm giymiş olanlar) ile Türk Ceza Kanunu dışındaki kanunlarda bir hak yoksunluğuna neden olan mahkûmiyetler bakımından kaydın arşive alınma koşullarının oluştuğu tarihten itibaren;
a.Yasaklanmış hakların geri verilmesi kararı alınması koşuluyla on beş yıl geçmesiyle,
b.Yasaklanmış hakların geri verilmesi kararı alınması koşulu aranmaksızın otuz yıl geçmesiyle,

3-Diğer mahkûmiyetler bakımından kaydın arşive alınma koşullarının oluştuğu tarihten itibaren beş yıl geçmesiyle, tamamen silinir.

Arşive alınma koşullarının ne zaman oluşacağının tespit edilmesi önemlidir. Zira sayılan sürelerin hesaplanması arşive alınma süresinin belirlenmesiyle mümkündür.

Adli Sicil Kaydı ve Adli Arşiv Kaydı Nasıl ve Ne Kadar Sürede Silinir?

Adli sicil ve adli sicil arşiv kaydının silinmesi için Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğüne yazılı olarak başvurmak gerekmektedir. Bu başvuruyu yaparken hangi mahkûmiyetlerde “yasaklanmış hakların geri verilmesi kararı” alınması gerektiği noktasında Adli Sicil Kanunu m.12 önem arz etmektedir. Eğer bu maddeye göre yasaklanmış hakların geri verilmesi kararı gerekiyor ise öncelikle bu kararın alınması ve başvurumuz ekinde gönderilmesi gerekmektedir.

Kanunda düzenlenen şartların sağlanmış olması halinde, yapılan başvuru ile kayıtlar ortalama 1 ay içerisinde silinmektedir. Kayıtların silindiğine ilişkin bildirim gelmemekte olup buna ilişkin işlemi E-devlet üzerinden sorgulamak mümkündür.

 

ileadmin

KORONAVİRÜS – İŞÇİ VE İŞVEREN İLİŞKİSİ

KORONAVİRÜS – İŞÇİ VE İŞVEREN İLİŞKİSİ

Önlemler Kapsamında Devlet Tarafından Kapatılan ya da Kendi İsteğiyle Kapatan veya Evden Çalışma Düzenine Geçen İşyerleri, Çalışanlarını Ücretli ya da Ücretsiz İzne Çıkarabilir Mi?

Ücretsiz izin, işçi ile işveren arasında anlaşmaya bağlı olup, her iki taraf da kabul ederse çalışanlar ücretsiz izne çıkartılabilir.

Ücretli iznin ise kullanılacağı zamanın tespiti işverenin yönetim yetkisi dâhilindedir. Ancak işverenlerin bu yetkilerini kullanırken dürüstlük kuralına uygun davranması ve eşitlik ilkesine uyması beklenir.

Bu sebeple Koronavirüs salgını sırasında işverenlerin; önceden bildirmek, adil davranmak ve eşit bir şekilde uygulamak şartı ile çalışanlarını ücretli izne çıkartabileceklerini düşünüyorum.

Ancak uygulamadakinin aksine yasalarımızda eksi izin bakiyesi (avans yıllık izin kullanımı) uygulaması olmadığını hatırlatmak ve hakkı olmadığı halde kullandırılan izinlerin iş akdinin feshinde mahsup edilmeyeceğini de belirtmek isterim.

Önlemler Kapsamında Devlet Tarafından Kapatılan ya da Kendi İsteğiyle Kapatan İşyerleri, Çalışanların Maaşlarını Ödeyecek Mi?

4857 sayılı Yasanın 24’üncü maddesine göre, işçinin çalıştığı işyerinde bir haftadan fazla süre ile işin durmasını gerektirecek zorlayıcı sebepler ortaya çıkarsa işçinin iş akdini feshetmeye hakkı vardır.

Ancak yine aynı Yasanın 40’ıncı maddesine göre bu bir haftalık süre içerisinde işverenin her gün için yarım ücret ödeme hak ve yükümlülüğü bulunmaktadır. Sürenin bir haftayı aştığı durumlarda işverenin ücret ödeme yükümlülüğü kalmayacaktır. Ancak işçinin de sözleşmesini haklı sebeple feshedip kıdem tazminatı almaya hakkı doğacaktır.

Bu durumda işverenin sözleşmeyi haklı sebeple feshetme hakkı yoktur. İşveren ancak sokağa çıkma yasağı ilan edilirse veya işçinin yaşadığı veya işyerinin bulunduğu yer bir haftadan uzun bir süre karantina altına alınırsa iş sözleşmesini haklı sebeple feshedebilir. Böyle bir durum yoksa işveren ancak feshin son çare olması halinde (birikmiş yıllık izin teklifi, aksi halde ücretsiz izin teklifi, başka bir işyeri varsa orada görevlendirme imkânı vb.) iş akdini kıdem ve ihbar tazminatını ödeyerek geçerli sebeple feshedebilir.

Evden Çalışma Sistemine Geçilebilir Mi?

Evden çalışma sistemine geçici süre ile geçmek, 4857 sayılı Yasanın 22’nci maddesi kapsamında bir esaslı değişiklik olarak görülebilir ve çalışanların bu değişikliğe izin vermesinin gerektiği ileri sürülebilir. Yazılı izni olmayan çalışanların iş akitlerini feshedebileceği veya değişikliği kabul etmeyeceği de değerlendirilebilir.

Ancak bize göre çalışma koşullarında insan sağlığı gerekçe gösterilerek yapılacak geçici bir değişikliğin esaslı değişiklik olarak kabulü mümkün değildir. Aynı zamanda çalışanlar açısından iş koşullarında aleyhe bir durum yaratmıyorsa çalışanın bu değişikliği kabul etmemesinin dürüstlük kuralına aykırı olduğu da ileri sürülebilir.

Bu sebeple çalışanların ücretlerinde, haklarında ve pozisyonlarında değişiklik yapmaksızın geçici süre ile evden çalışma sistemine yazılı muvafakate gerek olmadan geçilebileceğini ve çalışanların da bu karara itiraz haklarının bulunmadığını düşünüyoruz.

Bu doğrultuda işverenler; yapılacak değişikliği, değişikliğin hangi iş ve pozisyonları kapsadığını ve süresini açık bir şekilde ilan etmeli ve evden çalışma sistemine geçiş aşamasında aynı durumdaki pozisyonlar arasında eşitliğe aykırı düzenlemelerde bulunmamalıdır.

İşyerinde Koronavirüs Bulaşması Bir Meslek Hastalığı Mıdır? İşverenin Sorumluluğu Nedir?

Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’na göre çalışanın işin yürütüm şartları yüzünden uğradığı geçici veya sürekli hastalık, bedensel veya ruhsal engellilik hallerine meslek hastalığı denilmektedir. Meslek hastalıkları SGK tarafından “D- Mesleki Bulaşıcı Hastalıklar” olarak sınıflandırılmış olup, bu sınıflandırmanın içinde koronavirüs veya benzeri başka bir hastalık yoktur. Bu sebeple yasal tanıma uysa da kavramsal bir şekilde koronavirüsün meslek hastalığı sınıfına dâhil etmek kolay değildir.

Ayrıca Koronavirüsün bulaşıcılığının çok yüksek olduğu dikkate alındığında bu virüse işyeri dışında maruz kalındığı da işverenlerce kolaylıkla ileri sürülebilecektir.

Ancak işyerinde birden fazla çalışanın benzer zamanlarda koronavirüs kaynaklı hastalığa yakalanması, iş koşullarının işin yürütümüne uygun olmadığı, işverenin bulaşıcılığı engellemek için gerekli önlemleri almadığının kanıtı olarak gösterilebilir. Bu durumda idari ve yargı organları tarafından işyeri ve çalışma koşullarının denetlenmesinin ardından işverenin sorumlu olduğu yönünde sonuç ortaya çıkabilir.

Korona Günlerinde Arabuluculuk

  • Devam etmekte olan arabuluculuk süreçleri nasıl bitirilecek? Uygulama nasıl gelişmektedir?

Online arabuluculuk (uygulamadaki karşılığı, telekonferans) zaten arabulucuların ve taraf vekillerinin yabancı olmadığı bir yöntemdir. Online arabuluculuğu elbette tercih etmiyoruz ancak bugünlerde yapılacak en iyi seçenek budur. Arabuluculuk Daire Başkanlığı da arabuluculara bu konuda tavsiye mesajı göndermiştir. Tavsiyede dava şartı arabuluculuklarda oturumların sürenin sonuna doğru verilmesi ve arabulucuların online arabuluculuğu tercih etmeleri yer alıyordu. Bu süreçte sürelerin kullanılması ve arabuluculuk yönteminin bu şekilde olması hem tarafları hem taraf vekillerini hem de arabulucuları olası bir virüs ihtimalinden koruyacaktır. Taraflar aynı şehirde olsa dahi, bir tarafın dahi yüz yüze toplantı istememesi durumunda arabulucuların, tarafların ve vekillerin buna hassasiyet göstermesi gerekir.

  • Online (Telekonferans) ile yapılan arabuluculuk görüşmelerinde imzalar nasıl tamamlanır?

Bu konuyu tarafların asil ya da vekil olmalarına göre değerlendirebiliriz. Eğer toplantıya avukatlar katılmış ise tüm avukatlarda e-imza bulunduğu için son tutanağı ve/veya anlaşma tutanağını, arabulucu, UDF formatında hazırlayıp önce kendisi imzalamalı sonra sırasıyla taraf vekillerine mail ile gönderip yine aynı belgeye atacakları e-imza ile imzaları tamamlamalıdır.

Eğer bir taraf dahi asil ise asillerin e-imza kullanma ihtimali çok düşüktür. Böyle bir durumda eğer imzalanması gereken yalnızca son tutanak ise arabulucu mevzuattan kaynaklanan yetkisini kullanıp, durumu tutanağa açıkça yazarak tutanağı yalnızca kendisi ya da e-imza ile imza atabilecek taraf ile imzalayabilir. Bir diğer ihtimal ise taraftan imzayı belli kargo şirketlerinin hizmet verdiği, evde kimlik ibrazı sonrası imza attırılması olabilir ki bu uygulaması zahmetli ve pahalı bir yöntemdir. Ancak ortada anlaşma varsa taraf asilin mutlaka imzası gerektiğinden bu yöntem uygulanabilir.

Yöntemini tarafların belirleyebildiği esnek bir süreç olan arabuluculuğun, şekil şartlarına boğulması arabuluculuğun özüne aykırıdır.

Bu bağlamda, toplum sağlığı için evde kalmanın önemini hatırlatarak sağlıcakla kalmanızı temenni ediyorum.

ileadmin

Ortak Velayet

ORTAK VELAYET

A- Ortak Velayet Nedir?

Ortak velayet kurumu, boşanan eşlerin müşterek çocukları üzerinde eşit derecede söz sahibi olabilmelerine olanak sağlayan, ortak çocuğun geleceğini eski eşlerin birlikte karar vermelerini öngören bir velayet türüdür. Alışılagelmiş olan velayet türünde ortak çocuk eşlerden yalnızca birine verilip diğer eşe belirlenen günlerde çocuk ile görüşülebilmesini düzenlerken ortak velayet, şahsi velayetin yarattığı hak kayıplarının önüne geçmek için oluşturulmuş bir kurumdur.

Ortak velayetin ülkemizde uygulanması, 14 Mart 1985 tarihinde imzalanan  “11 No’lu Protokol ile Değişik İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetlerini Korumaya Dair Sözleşme ’ye Ek 7 No’lu Protokol’ün onaylanması 25 Mart 2016 Tarihli ve 29664 sayılı Resmi Gazete ‘de yayınlanan 6684 sayılı kanunla uygun bulunmuştur.

Ek 7 No’lu Protokol’ün 5. maddesine göre; “Eşler evliliğin sona ermesi durumunda, çocukları ile ilişkilerinde medeni haklar ve sorumluluklarından eşit şekilde yararlanırlar.”

Resmi Gazete ’de 2016 yılında yayınlanan bu Protokol ile birlikte artık boşanma davalarında, çocuğun üstün yararı ve güvenliği göz önünde bulundurularak, ortak velayete karar verilebilecektir. Ortak velayetin boşanan eşler yönünden en büyük artısı çocuk üzerinde yapılacak işlemlerde eşit düzeyde söz sahibi olmak ve müşterek çocuğun geleceğine birlikte karar vermektir.

B- Türkiye’de Ortak Velayetin Uygulanabilirliği

         Boşanan eşlerin müşterek çocuk üzerinde eşit şekilde söz sahibi olabildiği ortak velayet kurumu 2016 yılından beri hükmedilebilir durumdadır. Kurumun daha çok yeni olması ve bu konuda boşanan çiftlere bilgilendirmenin yapılmaması sebebiyle çok başvurulan bir kurum değildir. Fakat çocuğun gelişimi ve geleceği göz önüne alındığında çocuk için en yararlı velayet türüdür.

Hâkimin ortak velayete hükmetmesi yapısı gereği anlaşmalı boşanma davalarında daha yüksektir. Boşanan eşlerin dava sonrası müşterek çocuk için ortak kararlar alabilmesi çekişmeli boşanma davalarında daha zordur.

Velayet hususunda, kamu düzeni ve boşanan çiftin ikili ilişkisi gözetilerek karar verilmelidir. Bunun nedeni her ne kadar ortak velayet doğru kullanıldığında çocuk için yararlı olabilecekse de boşanan çiftin ortak velayeti yanlış değerlendirmesi sebebiyle çocuk için zor durumlar yaratabilir. Örneğin eşlerden biri çocuğun yurtdışında eğitim görmesini isterken diğer bir eş buna karşı çıktığında çocuk yurtdışına gidemeyecek ve eşler arasında gerginlik çıkacaktır.

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin Esas: 2016/ 15771 Karar: 2017 / 1737 numaralı kararı ortak velayet için bir emsal niteliği taşımaktadır. Olayda ilk derece mahkemesi ortak velayetin Türk toplum ve aile yapısına uygun olmaması sebebiyle ortak velayete hükmetmemiş ve şahsi velayete karar vermiştir. Fakat üst derece mahkemesi ortak velayetin Türk toplum ve aile yapısına direkt olarak ters düşmediğini ve küçüğün çıkarları gözetilerek karar verilmesi gerektiğini belirtmiştir. Yargıtay’ın vermiş olduğu bu karara da bakarak diyebiliriz ki ortak velayet çiftler bilgilendirilip çocuğun çıkarları dikkate alındığında toplumumuzda hali hazırda kullanılabilir bir kurumdur. Boşanan eşlerin ve müşterek çocukların şahsi velayette gördükleri zarar ve hak kayıpları ortak velayet ile ortadan kaldırılabilir.

Konuyla ilgili ya da Aile Hukuku ile ilgili spesifik sorularınız için İletişim bilgilerinden bize ulaşabilirsiniz.